6 Kasım 2013 Çarşamba

ATATÜRK'Ü KORUMA KANUNU VE DP!... // GÜNCEL

Ve gerçekler, Atatürk “Dictateur” mü? Atatürk’ü Koruma Yasası'nı neden DP çıkardı? 


Ve gerçekler, Atatürk “Dictateur” mü? Atatürk’ü Koruma Yasası'nı neden DP çıkardı? (7)
Celal Bayar ve Atatürk


Canmehmet

Güncelliği nedeniyle bugüne kadar çok tartışılan ancak, sihirbazın şapkasından çıkan kuş misali uydurma ifadelerle anlatılan iki konuya açıklık getiriyoruz..  "Atatürk “Dictateur “mü? "Atatürk’e Muhalefet kanunu"nu, CHP değil de, neden DP çıkardı?
Önce ‘Atatürk’e Muhalefet Kanunu’ nun içeriğini verelim.
Kanun Numarası:    5816
Kabul Tarihi:  Resmî Gazete Tarihi ve No:31/07/1951 - 7872
Madde 1:
Fıkra 1; Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Fıkra 2; Atatürk'ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk'ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir.
Fıkra 3; Yukarıki fıkralarda yazılı suçları işlemeye başkalarını teşvik eden kimse asıl fail gibi cezalandırılır.
Madde 2: -Birinci maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçlar zor kullanılarak işlenir veya bu suretle işlenmesine teşebbüs olunursa verilecek ceza bir misli artırılır.
Madde 3: -Bu Kanunda yazılı suçlardan dolayı Cumhuriyet savcılıklarınca re'sen takibat yapılır.
Madde 4: -Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Madde 5: -Bu Kanunu Adalet Bakanı yürütür.  (Kaynak; www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/956.html)
“Kanunun çıktığı 1951'den günümüze kaç kişinin yargılandığını sonuçlarıyla beraber öğrenmek isterdim. Ancak Adalet Bakanlığı'nın istatistikleri arasında Türkiye'nin bu açıdan çekilmiş toplu bir fotoğrafı yoktu. Sadece 1987-2008 dönemine ait bazı rakamlara ulaşabildim.
Kamuoyunda Atatürk'ü Koruma Kanunu olarak bilinen 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun, 1951'de yürürlüğe girdi. Menderes Hükümeti'ni seçimden bir yıl sonra bu kanunu çıkartmaya, o dönemde Ticaniler'in Atatürk büstlerine saldırısının yönelttiği söylenir. Gerçek sebep bu mudur?
Bazı kaynaklara göre, bir gecede 17 tane büst kırma olayı oldu. Menderesin nereden geldiğini tahmin ettiği bu saldırılara karşı sessiz kalması düşünülemezdi.
Fakat asıl sebep bu saldırılar değil.
Atatürk vefat ettikten sonra İnönü Cumhurbaşkanı oldu. Milli şef dönemi başladı.
Paraların üstünden Atatürk resimlerini kaldırdı, kendi resimlerini bastırdı. İnönü Cumhurbaşkanı iken bile CHP'nin genel başkanıydı.
Menderes Başbakan olduktan sonra İnönü cumhurbaşkanlığından ayrılıp ana muhalefet partisi başkanı oldu.
Yani Menderes bu kanunu çıkartırken, siyasi rakibi olan İnönü'ye "laikliğin bayrağı senin değil benim elimde" mi demek istedi?
Hayır, İnönü'ye "Atatürk senden daha öndedir. Tek adam Atatürk'tür. Siz birinci adam değilsiniz" demiş oldu.Yani İnönü'ye ve İnönücülere karşı Atatürk kartını öne sürdü.
Nitekim, kanunun görüşülmesi sırasında Başbakan Adnan Menderes, CHP sıralarına ölümünün hemen ardından paralardan pullardan kendi reisleri olan Atatürk'ün resimlerini sildirdiklerini hatırlatıyor.
Menderesin Atatürk'ü koruma kanununu çıkarmasıyla İnönü'nün önemli bir atağı sonuçsuz kalmış oldu. Esasen böyle bir kanuna ihtiyaç olmadığını İnönü de Menderes de çok iyi biliyordu.
Bu kanun çıktıktan sonra Menderes döneminde saldırı vs. olmadığı için bir uygulama imkanı olmadı. Kanun, 1960 darbesine kadar kadük kaldı.
Menderes'in idamından sonra, içi doldurularak vizyona sürüldü…
"... Demokrat Parti milletvekilleri arasında bu kanuna karşı çıkanlar olmuş tutanaklardan okuduğum kadarıyla. Ama çoğunluğu desteklemiş.
Tabii Demokrat Parti'nin 408 milletvekili gibi çok ezici bir üstünlüğü var mecliste. CHP'nin 69 milletvekili var. Bazı DP'li milletvekillerinin muhalefetine rağmen kolayca çıktı kanun.
Ben size oylamanın dağılımını söyleyeyim: Üye sayısı 487, 
-20 milletvekilliği boşta. 288 kişi oy vermiş o gün. Kabul edenler 232,  Reddedenler 50 kişi. 6 kişi çekimser kalmış. 179 kişi oya katılmamış.
Çok ilginç. O dönemde, 50 milletvekilinin red oyu vermesi. Meclis tutanakları, birçok milletvekilinin, böyle bir kanunun çıkarılmasından rahatsızlık duyduğunu gösteriyor.
Demokrat Parti milletvekili Halide Edip Adıvar, diyor ki:
-"Tasarıyı getirenlerin esas fikriyle hepimiz hemfikiriz fakat bunun için yeniden bir kanun yapmak, Atatürk'ü tarihten önceki Asuriler, Babillilerin yaptığı gibi Allahlaştırılmış putlaştırılmış insanlar arasına koymaktır... Yani daha evvel de dediğim gibi, kablettarih put haline gelen ve bugün yerinde yeller esen eski saltanatlar devrinde şahsı ilahileştirmek ve onlara adeta bir put gibi tapmak zihniyetinin tekrar hortlaması gibi geliyor bana."
Çankırı milletvekili Kazım Arar da ilginç bir konuşma yapmış. Şöyle diyor:
-"Atatürk'ün kapatılacak, gizlenecek, söylenmesinden tevakki edilecek bir tarafı mı vardı ki milletin ve matbuatım ağzını kapatalım.
-“… Arkadaşlar, Atatürk'ün inkılabı ve eserleri hakkında mevzuatımızda kafi derecede müeyyide vardır. Eğer kafi gelmiyorsa artıralım fakat şahıslar hakkında kanun çıkarmayalım. Böyle bir usulü biz ihdas etmeyelim.
-Her men edilen husus daha ziyade aleyhtar toplar. Bence bu kanun Atatürk'ün lehinde değil bizzat aleyhinde bir kanundur."
DP Konya Milletvekili Abdurrahman Fahri Ağaoğlu da hükümeti, "faşist bir memleketten aynen alınan ceza kanununu değiştireceğine daha da totaliter bir rejimi devam ettirmekle" suçluyor, antidemokratik bulduğu bu tasarı ile "Biz rahmetli Atatürk'ün yolundan ayrılıyoruz" diyor.
“…Kanunun görüşülmesi sırasında CHP'lilerin tavrı da ilginç. Mardin Milletvekili Kamil Boran, yasa hakkında muhalif bir konuşma yapıyor. Diyor ki,
-"Eğer bugün Türk vatanında Atatürk'ü sevmeyenler, Atatürk'ün bugünkü Türkiye'yi yaratan inkılaplarını benimsemeyenler varsa, Meclis ve Hükümet el ele vermeli, ceza tehdidiyle değil, kafalara ve gönüllere hitap ederek bu gibilere Atatürk'ü sevdirmeye ve inkılaplarını benimsetmeye sây etmelidir".
Görüldüğü gibi, meclis müzakerelerinde gereken her şey söylenmiş. Ciddi bir rahatsızlık söz konusu. Ama hükümetin getirdiği bir tasarının reddedilmesi de düşünülemez...
"...Yayla öncesinde, Ahmet Altan'a Atakürt başlıklı yazısından, İpek Çalışlar'a Latife kitabından dolayı dava açılmıştı. Yayıncılardan Ragıp Zarakol, Fatih Taş, Ahmet Önal, şairlerden Can Yücel var. Suçlananlar arasında çevirmenler de olmuştu, bazı dernek üyeleri de.
Evet, son dönemdeki örneklere bakıldığında daha çok, sol aydınları kurcalıyorlar. Yakın tarihle ilgili davalar da var.
Hatta Demirel'e soruldu. "Bandırma vapuru ile ilgili. Hiç köhne bir vapur değilmiş, çok gelişmiş bir vapur imiş...
Hatta Atatürk'e Padişahın bizzat para verip Anadolu'ya gönderdiği. Daha bunları konuşmanın zamanı gelmedi diyor Demirel.
Böyle sanal bir tarih anlayışı oluşturulmuş. (1)
Bu pencereden bakıldığında;
-“Atatürk’ün büstleri kırılıyor ve Demokrat Parti, Atatürk’ü koruma yasası  çıkarıyor.”
Biz böyle düşünmüyoruz. Bu karşı düşüncemizin bir esin kaynağı veya önceden yapılmış benzer bir açıklama olmadığını (görmediğimizi) belirtelim.
Tam bu noktada DP, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Adnan Menderes’i tanıtmamız gerekmektedir.
DP'nin, Genel Başkanı Adnan Menderes,
Kurucusu, Celâl Bayar,
Kuruluş tarihi, 7 Ocak 1946
Kurucusu, Mahmut Celâleddin Bayar (1883-1986) Manisa mebusu Türkiye Cumhuriyeti eski milletvekili, bakan, Atatürk'ün son başbakanı ve üçüncü cumhurbaşkanı.
Celâl Bayar, ilk ve orta öğreniminden sonra memuriyet hayatına atıldı. Ziraat Bankası'nda görev almış Bursa'daki çalışmalarını Deutsche Orientbank 'ta sürdürmüştür. Daha sonra İttihad-ı Milli bankasında çalışmıştır.
1908 yılında İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne katıldı. 1918 yılında Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti'ne girdi.
1913 yılı sonunda İzmir'e gelen Celâl Bayar, İttihat Terakki Cemiyeti'ne katmak için spor yapan ve aralarında Adnan Menderes'in de olduğu Altay'lı gençleri davet etti…
Birinci Büyük Millet Meclisi'nde Saruhan (Manisa) Milletvekili olarak görev aldı. 1921'de İktisat Vekili oldu…
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda mücadele adamı, politikacı ve iktisatçı olarak temayüz etti. Hindistan Müslümanlarının Türk İstiklal Harbine yardım olarak aralarında toplayıp gönderdikleri altınları kullanarak, 1924 yılında Mustafa Kemal'in emriyle Türkiye İş Bankası'nı kurdu ve bu Banka'nın ilk Umum Müdürü oldu.
Çok partili siyasi hayata geçilmesi üzerine 1946 yılında arkadaşları ile birlikte Demokrat Parti'yi kurdu ve başkanlığına getirildi. Demokrat Parti genel başkanı Celal Bayar'ın, 1948 yılında, dönemin "Milli Şef"i İsmet İnönü'nün demokratik seçimlere izin vermesi için
-"Devr-i Sabık yaratmayacağız" (yani iktidara geldikten sonra yapılan yanlışların ve yolsuzlukların hesabını sormayacağız.) Demesinden sonra bazı DPliler partilerinden istifa ederek, 19 Temmuz 1948'de Mareşal Fevzi Çakmak önderliğinde, Osman Bölükbaşı ile birlikte Millet Partisi'ni kurdular.  (2)
Bize göre buradaki şifre;
"Devr-i Sabık yaratmayacağız" yani iktidara geldikten sonra yapılan yanlışların ve yolsuzlukların hesabını sormayacağız) İfadesidir.
Bunu kim ifade etmektedir?
DP’nin kurucusu, İş Bankasının Umum Müdürü Mahmut Celal Bayar,
Buradan da konuyu biraz daha açmak adına  Affairisme açıklanacaktır.
Atatürk ve Dictateur  konularına iki ayrı kaynaktan bakıldığında;
1) Tartışma konusu olan,  "dictateur" mü?  sorusunun cevabını 1930 yılında bizzat Atatürk  vermektedir.“Bugünkü manzara aşağı yukarı bir d i c t a t u r e manzarasıdır ve Ben öldükten sonra arkamda kalacak müessese, bir istibdat müessesesidir.”
(Derleyen Cemal Kutay, ‘Serbest Fırka Olayı,* Fethi Okyar’ın Kendi Elyazısı ile Hatıraları. Tercüman, 5 Aralık 1978)  Kaynağın yayınlandığı kitap; "Türkiye Cumhuriyeti’nde tek-parti Yönetimi’nin kurulması " Prof. Dr. Mete Tunçay)
2) "....Kurşuni üniforması içindeki Mustafa Kemal, bir köşede, sinirleri bozulmuş fakat ses çıkarmadan onları seyrediyor, atılmak üzere olan yabanıl bir bozkurt gibi gergin oturuyordu. 
Komisyon teklifin karşısındaydı. Bir üyesi bile teklifin lehine konuşmam işti. Kaybedecekti.
Ne ki, daha ilk rauntta kaybetmeyi göze alamazdı. Önemsiz şeyler hakkında yapılan bu amaçsız, sonu gelmez tartışma onu kızdırmıştı. Sinirleri iyice bozulmaya başladı. Bu malumatfuruş budalalar sürüsü, ölü bir kurumun yozlaşmış yapısını destekleyecek materyal bulmak için kelimelerle oynarken, Gazi, egemen olarak kendisi bütün gün oturup bekleyecek miydi?
Ansızın bütün kontrolünü kaybetti. Öfkeden titreyerek, homurdanarak bir masanın üzerine sıçradı ve toplantıyı durdurdu.
-”Efendiler, Osmanlı Sultanı egemenliği halktan zorla almıştır,” dedi “ve halk şimdi zorla onu geriye alıyor. Saltanat Hilafet’ten ayrılmalı ve kaldırılmalıdır.
Bu görüşe katılır ya da katılmazsınız, bu sizin bileceğiniz iş. Ama ne olursa olsun bu gerçekleşecektir, bu arada bazılarının kafaları kesilse dahi.”
Diktatör emirlerini vermişti. Saygıdeğer başkan ayağa kalktı ve konuştu: “Efendiler,” dedi, “Gazi bize meseleyi bizim ele aldığımızdan çok farklı bir bakış açısından izah etti.”
Mebuslar tehlikeden kurtulmak için aceleden birbirlerini ite kaka Meclis’e bu önerinin yasalaştırılmasını tavsiye etmeye koştular; Saltanat kesinlikle Hilafet’ten ayrılmalıydı; Saltanat’ın kesinlikle ilga edilmesi ve Vahdettin’in ülkeden çıkarılması şarttı.
Uzun giysilerinin eteklerini kavuşturarak, bu zincirsiz bozkurt üzerlerine atlamadan önce savuşabilmek için kaçıştılar.
Meclis, tasarıyı görüşmek için hemen oturuma geçti. Tartışmaya başladılar. Mustafa Kemal, Meclis’in genel havasının kendisine karşı olduğunu anlamıştı. Bir an evvel oylamaya geçilmesini sağlamalıydı. Her ne pahasına olursa olsun kazanması şarttı. Kişisel taraftarlarını toplantı salonunun bir tarafına topladı ve derhal açık oylamaya geçilmesini istedi.
Kimi mebuslar tasarının ad okunarak oylanmasını talep etti. Mustafa Kemal buna karşı çıktı. Taraftarları silahlıydı; içlerinden bazıları her şeyi yapabilecek karakterdeydi; emir alırlarsa silahlarını hiç duraksamadan kullanacakları kesindi.
“Meclis’in oybirliğiyle kabul edeceğinden eminim” dedi. Sesinden bir tür tehdit seziliyordu ve taraftarları da ellerini bellerine atmışlardı. “Ellerin kaldırılması yeterlidir.” 
(Bozkurt, H.CC. ARMSTRONG. 1.Baskı Mayıs 2005 NOKTA KİTAP)
...
Affairisme ve D i c t a t e u r konusu bittiğinde Osmanlı’ya kaldığımız yerden devam edeceğiz.
www.canmehmet.com
Yorum yazmak isteyenler, web sitemizdeki yazının altındaki yorum seçeneğini değerlendirebilirler.
(1) http://www.nuriyeakman.net/dp-atatuerkue-koruma-kanununu
(2)   Dışişleri Bakanlığı Sitesi ile Vikipedi’den alıntıdır.)
 ''gönül kimi severse güzel odur''atasözünü kendinizi ifade etmek için kullandınız herhalde..  
Meltem Şahin,  21.11.2011 15:27
Cevap :
Saygıdeğer Meltem Şahin Hanıımefendi, bahsekonu ifade, genellikle günlük hayatta, "beğendiklerimizin bize hep olumlu anlamda gözüktükleri" manasında kullanılmıştır. Cevap içerisindeki kullanımda da, beğendiğimiz, siyasetçi veya devlet adamlarını değerlendirirken, gözümüze ilk çarpan yönlerinin olumlu olduğudur. Takdir edileceği üzere bu ortamlar karşılıklı bilgi alış-verişi için kullanıılmaktadır. Yazılarımıza ilgiize ve emek vererek yazdığınız yorumlarınıza teşekkür ediyorum. Sağlıcakla kalınız.  21.11.2011 16:00
 





sizde M.kemal gibi görüşlerinizi açık yüreklilikle açıklayabilseniz de başka yorumculara verdiğiniz cevaplarla diğer yorumcuların yorumlarını değerlendirmeseniz. M.kemalin kendini diktatör olarak tanıttığı birsözü var mı? ama insanı 7 gün 24 saat bir konuda şartlandırısanız sonuç böyle oluyor demek ki. Meltem Şahin, 16.11.2011 13:29
Cevap :
Değerli Meltem Şahin, Bilirsiniz güzel bir atasözümüz vardır. "Gönül kimi severse güzel o'dur." Ve... Öncedende belirtmiştik. Kimi yorum ve cevaplarımız ağır bir sansürden! geçse gerek bayatlayınca yayına alınmaktadır. Bu nedenle web sitesimizdeki seçeneği işaret etmiştik. Dileyenler web sitemizdeki yorum seçeneğini değerlendirebilirler. Teşekkürler, sağlıcakla kalınız.  16.11.2011 16:49
 



iktidara muhalif olanların türlü sebeblerden cezaevlerini boyladığı,depremzedelerin devleti protesto ettikleri için devletin polisi tarafından joplandığı,meclis açıkken bile kanun hükmünde kararnameler çıkarılarak ülke yönetildiği,iktidar partisinden olmayan bir milletvekili iktidarın milletvekili tarafından yaka paça ,itilip kakılarak milletin kürsüsünden indirildiği bir zamanda diktatör aramak için neden o kadar uzağa gittiniz canmehmet bey. o bahsettiğiniz isim bırakın biz türk milletini tüm dünya milletlerinin kalbinde çoktan yerini almıştır. ...bugün kendisini çekemeyenlerin başında, oyunlarını bozduğu hayallerini yıktığı emperyalistler ve yerli işbirlikçilerinin olduğunubiliyoruz ve sevr haritasını gerçekleştiremedikleri için yaydıkları karalamalara da gülüp geçiyoruz ..Allah akıl fikir vermiş otursun herkes Atatürk eli kanlı bir diktatörmüydü.. yoksa ulusunun aydınlanması bağımsızlığı ve kurtuluşu için savaşmış uğraşmış yürekli bir yurtsevermiydi buna kendisi karar versin..
Meltem Şahin, 
14.11.2011 1:05
Cevap :
Değerli Meltem Şahin Hanımefendi, konuya ilginize ve yorumunuza teşekkür ediyorum. İçerik kişisel yorumumuz değildir. Tarafların ve birinci dereceden şahitlerin görüşleridir. Bunu içerikte elbette okumuşsunuzdur. Şunu da bilmektesiniz, "sevr antlaşması ", proje bazında kalmıştır, uygulamaya konmamıştır. Sağlıcakla kalınız.  16.11.2011 16:49
 


Yine her zaman ki gibi çok faydalandığım bir yazı oldu. Kaleminize sağlık, sevgiler
BrnUzr, 
09.11.2011 19:05
Cevap : Saygıdeğer Beran Uzer, nezaketinize ve yorumunuza teşekkür ediyorum. Sağlıcakla kalınız.  09.11.2011 22:36 
ATATÜRK'ÜN PARTİSİ "DEMOKRAT PARTİ'DİR"
İZZET SARK
Bazı kesimlerin Atatürk'ü eleştirmesinin nedeni yakın tarihimizin yeterince bilinmemesidir. Herkes Atatürk'ü istediği kalıplara sokup kendince yorumlayabiliyor. Keşke büyük önder hayatta olsaydı da ne kadar büyük bir lider olduğunu görmek bizlerede nasip olsaydı. Atatürk'ün politikalarını Chp ile bağdaşlaştırmak Atatürk'ü anlamamıza engel olacaktır. Atatürk çizgisinin Atatürk sonrası Chp ile bir ilgisi yoktur. İnönü politikaları Atatürk'ü bazı kesimler tarafından eleştirilmeye itmiştir.
Atatürk'ün partisi "Demokrat Parti'dir"İsmet İnönü Chp'yi ortanın solu olarak tanımlasa da 1938'den sonraki chp çizgisi değişmedi. 63 yıldır halkın Chp'ye karşı bir teveccühü yok. İnsanlar İnönü'den sonra ki chp zihniyetini benimsemediği gibi Türkiye'de Chp'ye muhalefet yapan her parti oylarını yükseltmiştir. Halkımızın yüzde yetmişinde böyle bir algı oluşmuş.
27 Mayıs 1960 darbesiyle Atatürk'ün partisi diye birşey kalmamıştır. Chp hiç bir zaman Atatürk'ün partisi olamamıştır. Atatürk'ün asıl partisi Demokrat Partidir. Celal Bayar Demokrat Partinin Atatürk yüzüdür, İsmet İnönü ise Chp'nin Atatürk yüzü olamamıştır. Bugünkü zihniyet nasıl Atatürk'ün hatıralarını silmek istiyorsa İsmet Paşa'da bunu istemiştir. Türk parasının üzerinden Atatürk'ün resmini kaldırıp kendi resmini bastırmıştır.
Eğer Atatürk'ün bir partisi varsa bu Demokrat Parti'dir. Türk parasının üzerine Atatürk'ün resmini koyan Demokrat Parti'dir. Hüseyin Çelik'in eleştirdiği Atatürk'ü koruma kanununu çıkaran Demokrat Parti'dir. Atatürk'ün evini müze yapan Demokrat Parti'dir. Atatürk'ü Anıtkabir'e defneden Demokrat Parti'dir. Atatürk'ün aziz hatıralarına sahip çıkan Demokrat Parti'dir. Madem ki siz o kadar Atatürkçüydünüz de neden bunları yapmadınız. Neden Atatürk'ü paranın üzerinden bile sildiniz, devlet dairelerinden resimlerini kaldırttınız, yıllarca Atatürk'ün naaşını ilaçlı tabutların içerisinde beklettiniz.
Eğer Celal Bayar olmasaydı Atatürk'ün yolunda gitmeseydi ve siyaseti İnönü'ye bıraksaydı bugün Atatürk herkesin nefret ettiği biri olabilirdi. Gazi Paşa'yı din üzerinden eleştirmek dinsizliktir. Atatürk ölmeden önce peygamberin yolundan ve izinden gidilmesini söylemiştir. İsmet İnönü gazetede bu haberi okuyunca bile Atatürk'ü eleştirmiştir. İnönü yaveriyle yaptığı bir konuşmada neden halkın Demokrat Parti'ye teveccüh gösterdiğini sormuştur. Yaveri ise Demokrat Parti'ye karşı seçim kampanyalarında biraz dinden bahsetmesini istemiştir. İnönü de 'peki' demiştir. İnönü seçim çalışmaları için bir kasabaya gider konuşmasını yapar ve kasabadan ayrılır.Yaveri sorar "Hani dinden de söz edecektiniz" İnönü'nün cevabı ise "Allahaısmarladık" dedim ya olmuştur.
Atatürk sonrası Chp, Kemalizmi Atatürkçülük adı altında kullanan bir zihniyettir. Bu zihniyet Atatürkçüyüz diyipte Atatürk öldükten sonra Türk parasının üzerine kendi resmini basan bir zihniyettir. Bugünün terörist bekçisi olan milletvekillerini kendi partilerinden milletvekili yapan zihniyettir, laiklik elden gidiyor palavralarıyla türbanlı kadınlarımızı ötekileştiren zihniyettir, Menderes'i dar ağacına gönderen zihniyettir, Menderes'in darağacında asılı naaşına bakıp bunun gibilerini yüz defa asmak lazım diyen bir zihniyettir. Bu zihniyet her zaman darbe yanlısı olmuştur, İsmet İnönü Menderes'e seni ben bile kurtaramayacağım diyip darbeye zemin hazırlamıştır. Oysa Demokrat Parti her zaman milletin yanında olmuş, milletini ötekileştirmemiştir, sunni alevi diye ayırmamıştır. Okula, kışlaya, camiiye siyaset sokmamıştır.
Bugünlere kadar gelen istikrarsız bu zihniyet bugün ise demokrasi vurgusu yapıyor. Peki sizin dönemlerinizde CHP il başkanı aynı zamanda o ilin valiside sayılmıyormuydu. Açık oy gizli sayım ile 1946 seçimlerini nasıl kazandığınızı siz çok iyi bilirsiniz. Böyle bir demokrasi olurmu. Kimse o zamanın şartları yalanına sığınmasın. Dönem hep aynı.Bugün 2009 seçimleri ne kadar şaibeliyse1946 seçimleride o kadar şaibelidir.
Kemal Kılıçtaroğlu dinden bahsediyor da Chp zihniyeti değil mi 18 yıl Ezanı Türkçe okutup, camileri kapatan, milletin Kur'an okumasını yasaklayan. 1954'te bir şoförün Hürriyet gazetesine verdiği cevap Chp zihniyetini özetliyor "Menderes değil mi bize Allahu Ekber dedirtmiş bu bize yeter. Yine bir vatandaşın Menderes'e söyledikleri Chp'yi anlatıyor, "Şimdi kimseden çekinmeden çok şükür Müslüman'ım' diyebiliyorum.
Allah 1946'da bu milleti bu zihniyetten kurtaranlardan razı olsun.
Mekanları cennet olsun.

19 Eylül 2013 Perşembe

KANAL 24 "Ortak Akıl" 17 EYLÜL 2013

Merhum Adnan Menderes Anıldı; NACİ AKIN - MANİSA

Merhum Adnan Menderes Anıldı


 27 Mayıs darbesini müteakip Yassıadada yargılanarak idama mahkum edilen ve 16-17 Eylül 1961 tarihlerinde İmralı adasında infaz edilen merhum Başbakan Adnan Menderes ve Bakanları Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan ölümlerinin 52. yılında Manisa'da düzenlenen törenle anıldı. Menderes'in Işığı Derneği Genel Merkezi önünde sabah saatlerinde şehit Başvekil Menderes ve kader arkadaşlarının ruhları için lokma döküldü bilahare Dernek merkezinde bir toplantı gerçekleştirildi. Toplantıya Dernek Başkanı Cansın Tunçdirek, yönetim kurulu üyeleri ve Yassıada'da yargılanarak 4 sene iki ay hapse mahkum edilen Demokrat Parti Manisa Milletvekili Atıf Akın'ın oğlu ve son seçimlerde DP Manisa Milletvekili adayı olan Naci Akın katıldı.
         Dernek Başkanı Cansın Tunçdirek açış konuşmasında Menderes ve arkadaşlarının aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz dedi. Kurucu Başkan Cihan Canuyar da Menderes'in bu ülkeye kazandırdıklarından söz ederek aziz şehitlerin her türlü zulme rağmen milletin gönlünde taht kurduğunu söyledi.
         Naci Akın da konuşmasında aradan geçen 52 yıla rağmen Menderes'in aziz milletin gönlünden çıkmadığını ve bunca yıl sonra ona sahip çıkmaya tevessül edenler olduğunu söyledi. Akın konuşmasında şu görüşlere yer verdi:
         "Bugün rahmetli Menderes ve arkadaşlarının cinayete kurban edildiklerinin 52. yılını idrak ediyoruz. Cinayet diyorum çünkü temyizi olmayan, serbestçe savunma hakkı verilmeyen, doğal olmayan düzmece bir mahkemenin aldığı kararın infazı cinayet değil de nedir. Menderes ve arkadaşları kamu vicdanında aklanmışlar ve milletin gönlüne taht kurmuşlardır. 52 yıl sonra bugün onun adına mevlitler okutup, lokmalar döktüren kuruluşlar ve siyasi partiler var, kendisini Menderes'e benzetmeye kalkışanlar var, bugünkü hadiseleri 27 Mayıs öncesindeki hadiselere benzetmeye kalkanlar var. 27 Mayıs öncesinde gençlerin, harbiyelilerin katledildiği, kıyma makinalarında kıyılarak asfalta karıştırıldığı gibi daha nice haberler muhalif basının manşetlerinde yer alıyor ve ordu kışkırtılıyordu. Oysa bugün gazeteleriyle, televizyonlarıyla, internet medyasıyla hatta uydu görüntüleriyle her şey ortadadır hiçbir şey gizli kalamamaktadır. Bugünle 27 Mayıs arasında benzerlik kurmak halkı yanıltmaya çalışmaktan başka bir şey değildir. Bir kere Menderes asla din istismarı yapmamış, aksine ezanın özgün haline getirilmesinde dahi CHP'li bazı milletvekillerini dahi ikna ederek toplumsal bir uzlaşma sağlamıştır. Kim bugün Menderes adına bir şeyler yapıyorsa helali hoş olsun ama kimse de bunu bir siyasi istismar vesilesi yapmasın. Bırakınız 27 Mayısın gerçek mağdurları ve mazlumları olan bizler o acı günleri n yıldönümünü dilediğimizce yaşayalım. Türkiye bugüne kadar ne çektiyse Atatürk’ü istismar edenlerden, dini istismar edenlerden, laik Cumhuriyeti istismar edenlerden çekti bugün de birileri çıkıp Menderes'in  aziz hatırasını istismar etmeye kalkıyorlar. Siz önce Menderes'in aziz hatırasına saygı gösterin onun millet ve memleket sevgisine sahip olun, halka zulmetmeyin, Yassıadayı imara açarak eğlence merkezi haline dönüştürme projesinden vazgeçin. Demokrasiye ve demokratlara saygı duyun, milletin taleplerine kulak tıkamayın. Türk demokrasi tarihinin bu kara gününün yıldönümünde bir de yandaş medya gurupları eliyle, dizilerle hadiseler çarpıtılarak Menderes'i küçük düşürmeye çalışılmaktadır. Bu ülkeye ve bu millete yaptığı onca hayırlı hizmetler ülke kalkınmasına ve ilerlemesine sağladığı katkılara rağmen yalan yanlış ve çarpıtılmış sahnelerle, Menderes’in gönül ilişkileri öne çıkarılmak istenilmektedir. Böylelikle o iyi adamdı ama bakın işte böyle de işleri vardı bizde bunlar yok denilmek istenilmektedir. Türk milleti Menderes'i olduğu gibi kabul etti ve bağrına bastı, onu küçük düşürmeye kimsenin gücü yetmez. Aziz şehirlerimizin ruhlarını şad ediyor yüce milletimize baş sağlığı diliyorum."

16 Eylül 2013 Pazartesi

Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin Feyzioğlu

Oya ARMUTÇU/ANKARA
3 Eylül 2013

Yassıada kara lekesi

"Bugün nasıl Yassıada davalarının travması hâlâ devam ediyor ve Yassıada Mahkemesi’nin hukuku hiçe sayan uygulamaları Türk hukuk tarihinde kara birer leke olarak duruyorsa, anılan davalar da günümüzün geleceğe bıraktığı kara birer lekedir."















2013-2014 adli yılı dün devlet zirvesinin tam kadro katıldığı beş yıldızlı JW
Mariott’taki törenle başladı. Adli yılın geleneksel açılış töreninde ilk kez konuşan Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin Feyzioğlu, hükümete yargıya dönük çok sert eleştirilerde bulundu. “Sayın Cumhurbaşkanım” hitabıyla sözlerine başlayan Feyzioğlu, konuşma metnini okumadan önce çarpıcı mesajlar verdi. Feyzioğlu bu bölümde, “Görevi başında şehit edilenler başta olmak üzere, avukat, savcı, hâkimleri, gözbebeğimiz polisleri ve gururumuz askerleri rahmetle anıyorum. Yaralananlara şifalar diliyorum. Kendisini baskı altında gören mensuplara ise direnme gücü diliyorum” dedi. Daha sonra 30 sayfalık yazılı metne geçen ve Balyoz ve Ergenekon davaları ile polise eleştiriler yönelten Feyzioğlu, palalı ve eli sopalı saldırganların korunduğunu, çözüm sürecinin belirsizlikler içerdiğini söyledi. Osmanlı İmparatorluğu’nun çok hukukluluk yüzünden dağıldığını savunan Feyzioğlu, şöyle devam etti:
DİDEM MESAJI
- “Geçtiğimiz günlerde gençliğinin baharında hâkim adayı Didem Yaylalı (İntihar etmesine atıfla) ve aynı durumdaki meslektaşlarımızın bu trajik sona doğru niçin, nasıl yürüdüklerini ve bizlerin niçin onların yaralarına merhem olamadığımızı düşünmemizi ve hepimizin bundan dersler çıkarmamızı umut ediyorum.
- Çağdaş bir demokraside ‘milli irade’ tabirini kullanmaya devam etmek isteyenler, bu tabirin içinde siyasi iktidara muhalif düşüncelerin de yer aldığını, hükümetlerin parlamentodaki çoğunluklarına dayanarak her istediklerini yapamayacaklarını ve onlara oy vermeyenlerin de hükümeti olduklarını unutmamalıdır.
- Çoğulcu demokrasilerde siyasi iktidarlar hoşlarına gitmeyen siyasi düşünceleri hedef almazlar; parlamentodaki çoğunluklarına dayanarak demokratik kitle örgütlerini yok etmeye kalkışmazlar, bunları demokrasinin vazgeçilmezi olarak kabul ederler ve birlikte yaşarlar.
- Bugün nasıl Yassıada davalarının travması hala devam ediyor ve Yassıada Mahkemesinin hukuku hiçe sayan uygulamaları Türk hukuk tarihinde kara birer leke olarak duruyorsa, anılan davalar da günümüzün geleceğe bıraktığı kara birer lekedir.
İÇSAVAŞ UYARISI
- Çözüm sürecinin nasıl yürüdüğüne, kiminle ve nasıl müzakere edildiğine, yol haritasının duraklarına ve nihai hedefine ilişkin sağlıklı bilgilere sahip değiliz. Amaç, kanın durması ve toplumsal huzurun sağlanması olduğuna göre, hepimiz için en büyük felaket olacak bir içsavaşın tetiklenmesinden ortak akla ulaşmak suretiyle titizlikle kaçınmak zorundayız. Bunun için sürecin şeffaf yönetilmesi ve geniş tabanlı toplumsal mutabakatın sağlanması zorunludur.”
Teşekkür ediyorum
ADLİ yıl açılışında ilk konuşmayı yapan Yargıtay Başkanı Ali Alkan da özetle şunları söyledi:
- “Bu noktaya gelmemizde katkısı olan TBMM, Adalet Bakanlığı ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na huzurlarınızda teşekkür ediyorum.
- Terörü sona erdirme yönünde atılan adımların ve gösterilen çabaların amacına ulaşmasını temenni ediyorum. Bu süreçte toplum ve kamu kurumlarının yanında yargıya düşen görevler bulunmaktadır. Hukuk devletinde yapılan her işlemin ve eylemin hukuksal dayanağı oluşturulmalıdır. 
- Hak ve özgürlüklerin sadece bağımsız yargı yoluyla değil öncelikle en üst norm olan anayasal düzeyde güvenceye bağlanması gerekmektedir. Türkiye’nin bir anayasa değişikliğine değil, toplumsal uzlaşmaya dayanan hak ve özgürlükleri esas alan yeni bir anayasaya ihtiyacı bulunmaktadır.”
Ergin: Yaman çelişki
ADALET Bakanı Sadullah Ergin “Sohbetinizde Başbakan Erdoğan’ın, TBB Başkanı Metin Feyzioğlu’nun konuşmasına ilişkin değerlendirmesi oldu mu?” sorusu üzerine, “Bu konulara girmedi” yanıtı verdi. Ergin, şunları söyledi:
- “İfade edeyim ki TBMM açıldıktan sonra çoğulculuğu her alanda sağlamaya dönük çalışmalar yapacağız. Barolar Birliği seçimlerinin de barolardan gelen delegelerin seçimlerinin de çoğulcu yöntemle yapılması için öneri getireceğiz. Umarım Sayın Başkan destek verir. ? (Feyzioğlu’nun Balyoz, Ergenekon gibi davaları için yaptığı kara leke değerlendirmesi) Tabii bu da çok yaman bir çelişki. Darbe yapanla, darbe yapma girişiminde bulunanla, darbeye muhatap olmuş, yargılanmış, idam edilmiş olanları aynı kefeye koyan bir bakış açısının ne denli sağlıklı olduğunu kamuoyunun takdirine sunuyorum.”   

16-17 Eylül;Zevkten dört köşe olanlar da vardı

Zevkten dört köşe olanlar da vardı

16 Eylül 2013, 08:21
Zevkten dört köşe olanlar da vardı
M.Latif Salihoğlu
Bundan 52 sene evvelki (1961) Eylül ayı ortalarında, Cumhuriyet tarihinin en büyük acısı, en büyük hicranı, en büyük hüsrânı yaşandı, meşhûr Yassıada’da.
Kendisi de aynı acıyı yaşayan şâir Faruk Nâfiz'in tâbiriyle, o bir avuçluk kara parçasında "Bir vatan derdi birikmiş"ti.
Zira, milletin hür iradesiyle iktidara gelen Demokratlar’a karşı darbe yapıldıktan (27 Mayıs 1960) sonra, 600’den fazla mazlûm vatan evlâdı tutuklanarak bu uğursuz adaya sevk edildi; aylar süren işkenceli, hakaretli duruşmalardan sonra da, önceden tasarlanmış olan vahşiyâne cezalar birer birer infaz edilmeye başlandı.
Bu sûretle, 1961 senesinin 15, 16 ve 17 Eylül günleri, demokrasi tarihimizin silinmez birer kara lekesi olarak kayıtlara geçti. O günlerde, hadiselerin seyri özetle şu şekilde gelişti:
Demokratların aylardır yargılanmış olduğu Yassıada Askerî Mahkemesi, 15 Eylül 1961’de maznunlar hakkındaki nihaî kararını verdi. 
Burada “Yüksek Adâlet Divanı” ismiyle kurdurulan uyduruk mahkeme, 15 devlet adamının idamına, 31 şahıs için müebbed hapse, 408 kişinin çeşitli hapis cezalarına çarptırılmasına ve 133 kişinin de beraatine karar verdi. 
Aynı gün, Millî Birlik Komitesinin de tasdik ettiği bu mahkeme bozuntusunun zalimane kararı, hiç bekletilmeksizin birer birer tatbik sahasına konuldu.
Hukuk adına yüz kızartıcı kararın infazı şu şekilde gerçekleştirildi: Maliye Bakanı Hasan Polatkan ile Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu 16 Eylül’de, Başbakan Adnan Menderes ise 17 Eylül sabahı İmralı Adasında idam edildiler. Bu arada, diğer mazlûmlar da yurdun muhtelif şehirlerindeki hapishanelere gönderildi.
O tarihte yaşanan bu fecaat, milletin kalbinde öylesine derin yaralar açtı ki, dünya durdukça kapanması, yahut unutulması kàbil görünmüyor. 
Öte yandan, Yassıada'da o günlerde sadece adı geçen şahısların idamına karar verilmedi; aynı zamanda hukuk cinayeti işlenerek adâletin kendisi de boğazlanmış oldu. 
Mahkeme heyetinin başları üstündeki levhada "mülkün temeli" diye yazılı duran adâlet, ne yazık ki o hengâmede "zulmün kılıfı" olarak kullanıldı.
Evet, o günlerin Türkiye'sinde yaşananlar, kelimenin tam anlamıyla dayanılmaz derecedeki acı ve ıztırap yüklü "hüzün günleri"dir.
O hazin günlerin hicranlı bir tasviri
Marmara Denizini "bir mavi göz"e, Yassıada'yı ise, o gözdeki bir "elem ketresi"ne benzeten şair Faruk Nafiz Çamlıbel, Yassıada'nın o günkü hazin manzarasını da unutulmaz, unutulmaması gereken şu mısralarla resmediyor:
Bilmiyor gülmeyi sâkinlerinin binde biri; 
Bir vatan derdi birikmiş bir avuçluk karada. 
Kuşu hicran getirir, dalgası hüsran götürür; 
Mavi bir gözde elem katresidir Yassıada.
Evet, o günlerin Yassıada'sında hakikaten bir vatan derdi birikmişti. 
Zira, 14 ayrı dâvâdan aylarca yargılandıkları halde cezayı gerektirecek bir tek suçu tesbit edilemeyen Adnan Menderes ve yüzlerce partili arkadaşına—önceden verilmiş kararlar gereği—insanlığa sığmayan cezalar kesiliyordu.
Öyle ki, uyduruk mahkemenin kararını bile beklemeden, oradaki mazlûmlara büyük bir iştahla hakaretli işkenceler yapılıyor ve bu işkenceler sonucu meydana gelen ölümlü vak’alara dahi zerrece aldırış edilmiyordu.
Demokrat camia, o günlerde dayanılmaz acılarla kıvranırken, bu vaziyetten keyif alan, hatta zevkten dört köşe olacak derecede sevinenler de vardı.
Meselâ, İsmet Paşa, onun damadı ve aynı zihniyette bulunan partidaşları.
Metin Toker’in sahibi olduğu Akis dergisi, mahkemeden önce Menderes’in üzerini çizmiş ve bunu sevinçle okuyucu kitlesine takdim etmişti.
Berin Hanımın yaşadıkları
Bir yıldan fazla süren kahır ve çile yüklü Yassıada günleri, 27 Mayıs (1960) darbesinden hemen sonra, yani Haziran ayının daha ilk yarısında başlamıştı. 
İşte, çileli ayların o ilk günlerinde mazlûm başbakanın cefakâr eşi Berin Hanımın 13 Haziran 1960 tarihli mektubunda Adnan Menderes'e hitaben yazmış olduğu ifadeler: 
"Adnancığım. Üç gündür senden bir haber alamadığım için çok meraktayım. İki gündür gazeteler Yassıada’ya götürüldüğünü yazıyor, fakat katiyetle bir şey öğrenemediğim için büyük üzüntüdeyim. 
"Buradayken, her gün senden el yazınla tezkere alıyor, seviniyorduk. Bugün posta ile mektup gönderebileceğimizi söylediler. Hemen bir telgraf çektim. Senin de bana telgrafla sıhhatini bildirmeni rica ederim. 
"Akşam gazetesinde senin bana çektiğin bir telgraf yayınlandı. Fakat bana böyle bir telgraf gelmedi. Daha doğrusu Ankara’dan gittikten sonra, hiçbir mektup ve telgrafın gelmedi. Bu merak beni harap ediyor. İnşaallah sıhhattesindir ve haberini alır sevinirim." 
Bu sözlerin sahibi, daha iki hafta öncesine kadar Türkiye'nin mukadderatında söz ve irade sahibi olan seçilmiş bir başbakanın hanımıdır... 
Ne acı, ne hazin bir durum, değil mi? 
Esasında, bundan çok daha hazin bir durum da şudur: İhtilâl günü yakalanıp gözetim altına alınan başbakanın aile efradı, Başbakanlık Konutundan kapı dışarı edilir. Berin Hanım, bu durumda ne yapacağının şaşkınlığı içinde, Adnan Beye şu satırları yazarak bir fikir ister: 
"Köşkü tahliye etmemiz lâzım. Bana ne tavsiye edersin? Acaba bir apartman katı mı aratayım? Yoksa İzmir veya Aydın’a mı gideyim? Bir fikir verirsen çok sevineceğim. 
"Artık ne kadar yalnız kaldığımı tahmin edersin. Aydın’ımla beraber her an sana, sıhhatine duâ ediyoruz."
İlk mektuba cevap
Yassıada'ya götürülen Adnan Menderes'ten gelen ilk "sıhhat haberi"ne karşılık olarak, fedakâr eş Berin Hanım şu cevabî mektubu yazar: 
"Yassıada’dan ilk sıhhat haberini gece aldık. Ne kadar sevindik bilemezsin. Buradayken her gün haberini alıyorduk. Meğer benim için ne büyük teselliymiş. Dört gündür habersiz kalınca adeta harab olduk. 
"Gazetelerde geceyi gömlekle geçirdiğini öğrenince çok üzüldüm. 
"Neyse... Çamaşır, para göndereceğim ama, nasıl bilemiyorum. İsteğini bana hemen yaz. Aydın, bana büyük destek oluyor yavrucak. Her an sana duâ ediyoruz. Sıhhat ve selâmetle bize seni kavuşturması için Allah’a yalvarıyoruz."
Yassıada’da gördüğü işkenceler neticesi vefat eden mazlûmlara ve dârağacına gönderilerek idam edilen şehit Menderes ve arkadaşlarına bizler de Cenâb-ı Hak’tan rahmet ve mağfiret niyaz ediyoruz.

 
Darbeden ve idamlardan sonra Demokratlar kan ağlarken, yaşanan acıdan sadistçe zevk alanlar da vardı. İsmet Paşanın damadı 
Metin Toker’in çıkarmış olduğu Akis dergisi, mahkemeden önce Menderes’in üzerini 
çizerek taraftarlarına neşe dağıtıyordu.

13 Eylül 2013 Cuma

Prof. Dr. İSA KAYACAN'DA KINADI!....

TIKLA> LİNK :: Menderes ve dönemlerine ait yayınların pek çoğu gerçeği yansıtmıyor...

Menderes  ve dönemlerine ait yayınların
pek çoğu gerçeği  yansıtmıyor
                                                                                                             Prof.Dr.İSA KAYACAN
Özel televizyonlarımızın pek çoğunda yayınlanan dizilerde, gösterilen bölümler sık sık tekrarlanırken, yine bu Tv. Açık oturumlarına konuşmacı olarak katılanların, özellikle yaşı çok genç olanların bilmedikleri, yorum getirmedikleri konular kalmadığı görülüyor.
            Demokrat Partinin l950 ve l960 yılları arasındaki hizmetleri, o dönemin unutulmaz lideri Adnan Menderes’le ilgili tv’lerde yayınlanan belgesellerin de hemen hemen hiçbiri gerçekleri yansıtmıyor.
            Bu yayın ve belgesellerde, o dönemin olumsuzlukları öne çıkarılarak, özellikle gençlerin doğru bilgilenmeleri önleniyor.
            Son olarak özel bir Tv Kanalında, “Ben onu çok sevdim” adıyla yayınlanan belgeselde, rahmetli Adnan Menderesin özel yaşamına, mahremiyetine girilmiş, sanki o dönemden söz ederken konu edilecek, üzerinde çalışılacak başka bir yön veya yönleri yokmuş gibi, özellikle özel hayatının karalanması yolu seçilmiştir.
            Bu tür belgeseller mutlaka bir amaç ve hedef gösterilerek yapılıyor, yayınlanıyor. Kaynak olarak gösterilenler, ya genç bir yazarın kitabı oluyor, ya da üç beş kitap okuyarak o dönemin otoritesi gibi gösterilen sözde araştırmacılardan söz edilerek, yola çıkılıyor. Bunlar doğru değildir!.
            Önceki günlerde değişik özel Tv kanallarında Menderes ve dönemine ait farklı imzaların ortaya koyduğu belgeseller izledik. Hemen hemen hepsinde,l950 dönemi başlangıç alınıyor, hızla l960’a geliniyor, 27 Mayıs 1960 ihtilali yaptırılıyor, kısaca Yassıada mahkemeleri veriliyor, arkasından idamlar gösterilip, sonuca geliniyor.
            1950 yılına nasıl gelindi?, Nasıl bir Türkiye teslim alındı?, O günün Türkiye’sinde demokrasimiz neyin üzerine oturtulmuştu?, Kırsal kesimin durumu neydi?, Okur-yazar oranımız  hangi rakamlardaydı? Kalkınmaya yönelik neler yapıldı?, Nereden nereye geldik?, 27 Mayıs ihtilali niye yapıldı?, İhtilal yapanların yaşları, rütbeleri neydi?, Sonra neler oldu?.Yassıada mahkemeleri nasıl kuruldu, orada sözde Adalet nasıl işledi? Yüksek Adalet Divanı Başkanı Salim Başol’un, savcı Ömer Altay Egesel’in Menderes ve arkadaşlarına, orada yargılananlara karşı nasıl hitap ettikleri, Yassıada komutanı  Albay Tarık Güryay’ın Menderes’in eşi Berrin hanımefendi, çocuklarıyla birlikte ziyarete gittiğinde bu Albay’ın kendi odasında nasıl davrandığı, nasıl hakaret ettiği, Adalet Gazetesinin sahibi ve yürekli gazeteci rahmetli Turhan Dilligil’in Yassıada’yla ilgili yazdığı kitaplarından birinin  adının, neden “Allahsız Gardiyan” olduğu gibi noktalar üzerinde araştırmak, bilenlerden sormak, ona göre yayın yapmak, belgesel hazırlamak gerekiyor.
            Zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel’in 1960  öncesi, Başvekil Adnan Menderes’e yazdığı  mektubun ihtilal sonrası  nasıl sansürlenerek kamuoyuna duyurulduğunu, Cemal Gürsel’ in bu konuda nasıl ses çıkarmadığını, Mahkeme Başkanı Salim Başol’un yargılananlara nasıl  azarladığını, “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” gibi güç gösterisi yapan, adres gösteren tutum ve davranışları üzerinde durulması gerektiğini, idamların yapılacağı günün öncesi, CHP  Genel Başkanı İsmet İnönü’nün Yassıada ve İstanbul’da konuşacak kimse bulunamadığını, telefonuna kimsenin çıkmadığını  hatırlamalı, bunların üzerinde dikkatlice durmalıyız. Hüsamettin Cindoruk’un, “27 Mayısı silahlı kuvvetler değil, silahlı subaylar yaptı. Beş bin subayı emekliye sevk ettiler. Bir iç hesaplaşma gerçekletirdiler aslında” cümlesi 27 Mayıs 1960 ihtilalini yapanların gerçek fotoğrafıdır.
            Bir anı:
Yassıada mahkemeleri sona erer. Mahkeme Başkanı Salim Başol, İstanbul’da  alış veriş için bir markete girer. Kasaya yaklaşır, para ödeyecektir. Marketin sahibi kasanın önündedir. Salim Başol’a dönerek: “Ben sizi tanıyorum. Yassıada hâkimiydiniz, idamlar verdiniz, idam yaptırdınız” deyince, Salim Başol tanınmışlığının gururu içine girer ve market sahibinin cümlelerinin sonunu bekler. Market sahibinin cümlesinin sonu ilginç ve düşündürücüdür: “Bu yüzden benim size satacak malım yok siz buradan alışveriş yapamazsınız” deyince, buz gibi bir rüzgâr eser ve Salim Başol aldığı gıda maddelerini bırakarak, ardına bakmadan marketten uzaklaşır.
            Tv’lerde bu ve bunun gibi gerçekler, Menderes dönemine  ve Menderese gösterilen ilgi ve sevginin büyüklüğü,önemi ve vazgeçilmezliği neden anlatılmıyor acaba?..
            ***
        ELEŞTİRİ, YORUM VE KATKILAR: 
                 To: dp2010yeniden@yahoogroups.com //                  From: baysanb@gmail.com
                 Date: Fri, 13 Sep 2013 19:38:56 +0300 //                  Subject: Re: [dp2010yeniden]
            KINAMA, ŞİDDETLİ TEPKİ VE REDDİYE...
Diziyi görmedim, görmek de istemem.. Ben rahmetli Adnan Menderes'in yakınlarından birinin kızıyım, şahsen kendilerini çok yakından tanırdım.. Onunla ilgili TV dizileri bence ne kadar dikkatli yapılırsa yapılsın yanlış yorumlanır..
DP ve değerli üyelerinin rahat bırakılmasını, kendilerini müdafaa edemeyecek olduklarından, doğru yanlış haklarında bu tip gösteriler yapılmamasını dilerim..
DP eğer günahları var idiyse fazlasıyla ödedi, işkenceler ve cinayetlerle.. Yok sevabı var idiyse onu da Allah takdir eder insanlar etmese de..
Maalesef on yıllık DP dönemi hiç bir şekilde doğru anlatılamamış ve hattâ özellikle karalanmıştır.. Genç nesiller DP ve icraatı hakkında doğru hiç bir şey bilmemektedir..
On yıllık bir iktidarın hataları olmaması mümkün değildir. 
Ancak bu memleket için yaptıkları, o hataları silip götürmüştür. 
Bunları bizlerden sonraki nesillere anlatan pek az kişi mevcuttur..
Sevgili Emine Naskali bu konuda kitaplar yazmış, Mehmet Arif Demirer yazdığı çeşitli kitaplarla bu süreci anlatmak ve açıklamak istemiştir..
Hiç bir şekilde kitap okumayan bir ülkede bunlar değerli eserler olarak raflardaki yerlerini alacaklardır. Dilerim ki bizler değil, bizi bilmeyenler okusun ve öğrensin o donemi.. 
Bizler zaten biliyoruz.. İnsanların özel hayatları ile ilgili yapılan bu tur dizileri şiddetle kınıyorum.. Her kim ve her ne niyetle yaparsa yapsın..
Sevgi saygılar..
14 Eylül 2013, baysan Aygun Bayar
*
Saygı ile.. *Nadir Şener Hatunoğlu*
Ankara: 13.09.2013
Değerli Dostum Prof. Dr. İsa  KAYACAN; Merhaba…
Nazarım değmesin; yorulmaz, usanmaz yüreğinize sağlık. Gazete yorumlarımda hep vurguluyorum: Olayı, olguyu, kişiyi; O dönemin koşulları içinde değerlendirmek gerekir. Aksi durumda, yanlış değerlendirmeler yapılıyor. İnternetteki yorumumda var; Padişahımız Abdülhamit Han. Koskoca imparatorluğu otuz üç yıl yönetmiş. Devletimiz zaten çöküş evresine girmiş. İçten ve dıştan baskılar şiddetli. Devleti ayakta tutmak bile, zordu. Sadece Yemen savaşları bile Abdülhamit Hanı tüketmeye yetmiştir. İletişim, ulaşım yok gibi. Devletin kendini savunma refleksi, elbette ki dört dörtlük olamazdı. Kimi haksız yargılanmalar olmuştur. Yorumda rahmet ve minnet duygularımı sundum.
Gelelim bana ilettiğiniz yazıya: Menderes Dönemi.. Öncelikle şunu vurgulamak isterim: Rahmetli Adnan Menderes, demokrasimizin acemilik döneminde şehit olmuş bir büyük devlet adamımızdır. Demokrasimiz gibi, elbet kişisel yanlışlıklar da olmuştur. Beşerî zaafımızdan kaynaklanan kimi tutkular, olup-biten tüm güzellikleri, iyilikleri bir kalemde silemez. İnsan-oğlunun huyudur; kendini yüceltmek için geçmişi kötüler. Oysa geçmiş, kendini savunamaz. Özellikle politika malzemesi olarak kullanmak, aczin ifadesidir. Örnek: Gelmiş-geçmiş millî eğitim Bakanlarımız içinde, en kültürlüsü, eğitmeni Hasan Ali YÜCEL idi. Ben bir fotoğrafını gördüm, ağzında sigara vardı. Gurbetçilerin anı fotoğraflarında görürüz; kolunu, saatini gösterecek biçimde uzatmıştır. Geçmiş dönemde de sigara, bir aksesuar olarak algılanmıştır. Neymiş efendim; Atatürk İngiliz kralıyla kadeh tokuşturmuşmuş…
Lütfen cehaletimizi ve aczimizi frenleyelim. nadir.sener@hotmail.com   
Nadir ŞENER HATUNOĞLU
(matematikçi-bilim uzmanı)