19 Eylül 2013 Perşembe

KANAL 24 "Ortak Akıl" 17 EYLÜL 2013

Merhum Adnan Menderes Anıldı; NACİ AKIN - MANİSA

Merhum Adnan Menderes Anıldı


 27 Mayıs darbesini müteakip Yassıadada yargılanarak idama mahkum edilen ve 16-17 Eylül 1961 tarihlerinde İmralı adasında infaz edilen merhum Başbakan Adnan Menderes ve Bakanları Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan ölümlerinin 52. yılında Manisa'da düzenlenen törenle anıldı. Menderes'in Işığı Derneği Genel Merkezi önünde sabah saatlerinde şehit Başvekil Menderes ve kader arkadaşlarının ruhları için lokma döküldü bilahare Dernek merkezinde bir toplantı gerçekleştirildi. Toplantıya Dernek Başkanı Cansın Tunçdirek, yönetim kurulu üyeleri ve Yassıada'da yargılanarak 4 sene iki ay hapse mahkum edilen Demokrat Parti Manisa Milletvekili Atıf Akın'ın oğlu ve son seçimlerde DP Manisa Milletvekili adayı olan Naci Akın katıldı.
         Dernek Başkanı Cansın Tunçdirek açış konuşmasında Menderes ve arkadaşlarının aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz dedi. Kurucu Başkan Cihan Canuyar da Menderes'in bu ülkeye kazandırdıklarından söz ederek aziz şehitlerin her türlü zulme rağmen milletin gönlünde taht kurduğunu söyledi.
         Naci Akın da konuşmasında aradan geçen 52 yıla rağmen Menderes'in aziz milletin gönlünden çıkmadığını ve bunca yıl sonra ona sahip çıkmaya tevessül edenler olduğunu söyledi. Akın konuşmasında şu görüşlere yer verdi:
         "Bugün rahmetli Menderes ve arkadaşlarının cinayete kurban edildiklerinin 52. yılını idrak ediyoruz. Cinayet diyorum çünkü temyizi olmayan, serbestçe savunma hakkı verilmeyen, doğal olmayan düzmece bir mahkemenin aldığı kararın infazı cinayet değil de nedir. Menderes ve arkadaşları kamu vicdanında aklanmışlar ve milletin gönlüne taht kurmuşlardır. 52 yıl sonra bugün onun adına mevlitler okutup, lokmalar döktüren kuruluşlar ve siyasi partiler var, kendisini Menderes'e benzetmeye kalkışanlar var, bugünkü hadiseleri 27 Mayıs öncesindeki hadiselere benzetmeye kalkanlar var. 27 Mayıs öncesinde gençlerin, harbiyelilerin katledildiği, kıyma makinalarında kıyılarak asfalta karıştırıldığı gibi daha nice haberler muhalif basının manşetlerinde yer alıyor ve ordu kışkırtılıyordu. Oysa bugün gazeteleriyle, televizyonlarıyla, internet medyasıyla hatta uydu görüntüleriyle her şey ortadadır hiçbir şey gizli kalamamaktadır. Bugünle 27 Mayıs arasında benzerlik kurmak halkı yanıltmaya çalışmaktan başka bir şey değildir. Bir kere Menderes asla din istismarı yapmamış, aksine ezanın özgün haline getirilmesinde dahi CHP'li bazı milletvekillerini dahi ikna ederek toplumsal bir uzlaşma sağlamıştır. Kim bugün Menderes adına bir şeyler yapıyorsa helali hoş olsun ama kimse de bunu bir siyasi istismar vesilesi yapmasın. Bırakınız 27 Mayısın gerçek mağdurları ve mazlumları olan bizler o acı günleri n yıldönümünü dilediğimizce yaşayalım. Türkiye bugüne kadar ne çektiyse Atatürk’ü istismar edenlerden, dini istismar edenlerden, laik Cumhuriyeti istismar edenlerden çekti bugün de birileri çıkıp Menderes'in  aziz hatırasını istismar etmeye kalkıyorlar. Siz önce Menderes'in aziz hatırasına saygı gösterin onun millet ve memleket sevgisine sahip olun, halka zulmetmeyin, Yassıadayı imara açarak eğlence merkezi haline dönüştürme projesinden vazgeçin. Demokrasiye ve demokratlara saygı duyun, milletin taleplerine kulak tıkamayın. Türk demokrasi tarihinin bu kara gününün yıldönümünde bir de yandaş medya gurupları eliyle, dizilerle hadiseler çarpıtılarak Menderes'i küçük düşürmeye çalışılmaktadır. Bu ülkeye ve bu millete yaptığı onca hayırlı hizmetler ülke kalkınmasına ve ilerlemesine sağladığı katkılara rağmen yalan yanlış ve çarpıtılmış sahnelerle, Menderes’in gönül ilişkileri öne çıkarılmak istenilmektedir. Böylelikle o iyi adamdı ama bakın işte böyle de işleri vardı bizde bunlar yok denilmek istenilmektedir. Türk milleti Menderes'i olduğu gibi kabul etti ve bağrına bastı, onu küçük düşürmeye kimsenin gücü yetmez. Aziz şehirlerimizin ruhlarını şad ediyor yüce milletimize baş sağlığı diliyorum."

16 Eylül 2013 Pazartesi

Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin Feyzioğlu

Oya ARMUTÇU/ANKARA
3 Eylül 2013

Yassıada kara lekesi

"Bugün nasıl Yassıada davalarının travması hâlâ devam ediyor ve Yassıada Mahkemesi’nin hukuku hiçe sayan uygulamaları Türk hukuk tarihinde kara birer leke olarak duruyorsa, anılan davalar da günümüzün geleceğe bıraktığı kara birer lekedir."















2013-2014 adli yılı dün devlet zirvesinin tam kadro katıldığı beş yıldızlı JW
Mariott’taki törenle başladı. Adli yılın geleneksel açılış töreninde ilk kez konuşan Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin Feyzioğlu, hükümete yargıya dönük çok sert eleştirilerde bulundu. “Sayın Cumhurbaşkanım” hitabıyla sözlerine başlayan Feyzioğlu, konuşma metnini okumadan önce çarpıcı mesajlar verdi. Feyzioğlu bu bölümde, “Görevi başında şehit edilenler başta olmak üzere, avukat, savcı, hâkimleri, gözbebeğimiz polisleri ve gururumuz askerleri rahmetle anıyorum. Yaralananlara şifalar diliyorum. Kendisini baskı altında gören mensuplara ise direnme gücü diliyorum” dedi. Daha sonra 30 sayfalık yazılı metne geçen ve Balyoz ve Ergenekon davaları ile polise eleştiriler yönelten Feyzioğlu, palalı ve eli sopalı saldırganların korunduğunu, çözüm sürecinin belirsizlikler içerdiğini söyledi. Osmanlı İmparatorluğu’nun çok hukukluluk yüzünden dağıldığını savunan Feyzioğlu, şöyle devam etti:
DİDEM MESAJI
- “Geçtiğimiz günlerde gençliğinin baharında hâkim adayı Didem Yaylalı (İntihar etmesine atıfla) ve aynı durumdaki meslektaşlarımızın bu trajik sona doğru niçin, nasıl yürüdüklerini ve bizlerin niçin onların yaralarına merhem olamadığımızı düşünmemizi ve hepimizin bundan dersler çıkarmamızı umut ediyorum.
- Çağdaş bir demokraside ‘milli irade’ tabirini kullanmaya devam etmek isteyenler, bu tabirin içinde siyasi iktidara muhalif düşüncelerin de yer aldığını, hükümetlerin parlamentodaki çoğunluklarına dayanarak her istediklerini yapamayacaklarını ve onlara oy vermeyenlerin de hükümeti olduklarını unutmamalıdır.
- Çoğulcu demokrasilerde siyasi iktidarlar hoşlarına gitmeyen siyasi düşünceleri hedef almazlar; parlamentodaki çoğunluklarına dayanarak demokratik kitle örgütlerini yok etmeye kalkışmazlar, bunları demokrasinin vazgeçilmezi olarak kabul ederler ve birlikte yaşarlar.
- Bugün nasıl Yassıada davalarının travması hala devam ediyor ve Yassıada Mahkemesinin hukuku hiçe sayan uygulamaları Türk hukuk tarihinde kara birer leke olarak duruyorsa, anılan davalar da günümüzün geleceğe bıraktığı kara birer lekedir.
İÇSAVAŞ UYARISI
- Çözüm sürecinin nasıl yürüdüğüne, kiminle ve nasıl müzakere edildiğine, yol haritasının duraklarına ve nihai hedefine ilişkin sağlıklı bilgilere sahip değiliz. Amaç, kanın durması ve toplumsal huzurun sağlanması olduğuna göre, hepimiz için en büyük felaket olacak bir içsavaşın tetiklenmesinden ortak akla ulaşmak suretiyle titizlikle kaçınmak zorundayız. Bunun için sürecin şeffaf yönetilmesi ve geniş tabanlı toplumsal mutabakatın sağlanması zorunludur.”
Teşekkür ediyorum
ADLİ yıl açılışında ilk konuşmayı yapan Yargıtay Başkanı Ali Alkan da özetle şunları söyledi:
- “Bu noktaya gelmemizde katkısı olan TBMM, Adalet Bakanlığı ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na huzurlarınızda teşekkür ediyorum.
- Terörü sona erdirme yönünde atılan adımların ve gösterilen çabaların amacına ulaşmasını temenni ediyorum. Bu süreçte toplum ve kamu kurumlarının yanında yargıya düşen görevler bulunmaktadır. Hukuk devletinde yapılan her işlemin ve eylemin hukuksal dayanağı oluşturulmalıdır. 
- Hak ve özgürlüklerin sadece bağımsız yargı yoluyla değil öncelikle en üst norm olan anayasal düzeyde güvenceye bağlanması gerekmektedir. Türkiye’nin bir anayasa değişikliğine değil, toplumsal uzlaşmaya dayanan hak ve özgürlükleri esas alan yeni bir anayasaya ihtiyacı bulunmaktadır.”
Ergin: Yaman çelişki
ADALET Bakanı Sadullah Ergin “Sohbetinizde Başbakan Erdoğan’ın, TBB Başkanı Metin Feyzioğlu’nun konuşmasına ilişkin değerlendirmesi oldu mu?” sorusu üzerine, “Bu konulara girmedi” yanıtı verdi. Ergin, şunları söyledi:
- “İfade edeyim ki TBMM açıldıktan sonra çoğulculuğu her alanda sağlamaya dönük çalışmalar yapacağız. Barolar Birliği seçimlerinin de barolardan gelen delegelerin seçimlerinin de çoğulcu yöntemle yapılması için öneri getireceğiz. Umarım Sayın Başkan destek verir. ? (Feyzioğlu’nun Balyoz, Ergenekon gibi davaları için yaptığı kara leke değerlendirmesi) Tabii bu da çok yaman bir çelişki. Darbe yapanla, darbe yapma girişiminde bulunanla, darbeye muhatap olmuş, yargılanmış, idam edilmiş olanları aynı kefeye koyan bir bakış açısının ne denli sağlıklı olduğunu kamuoyunun takdirine sunuyorum.”   

16-17 Eylül;Zevkten dört köşe olanlar da vardı

Zevkten dört köşe olanlar da vardı

16 Eylül 2013, 08:21
Zevkten dört köşe olanlar da vardı
M.Latif Salihoğlu
Bundan 52 sene evvelki (1961) Eylül ayı ortalarında, Cumhuriyet tarihinin en büyük acısı, en büyük hicranı, en büyük hüsrânı yaşandı, meşhûr Yassıada’da.
Kendisi de aynı acıyı yaşayan şâir Faruk Nâfiz'in tâbiriyle, o bir avuçluk kara parçasında "Bir vatan derdi birikmiş"ti.
Zira, milletin hür iradesiyle iktidara gelen Demokratlar’a karşı darbe yapıldıktan (27 Mayıs 1960) sonra, 600’den fazla mazlûm vatan evlâdı tutuklanarak bu uğursuz adaya sevk edildi; aylar süren işkenceli, hakaretli duruşmalardan sonra da, önceden tasarlanmış olan vahşiyâne cezalar birer birer infaz edilmeye başlandı.
Bu sûretle, 1961 senesinin 15, 16 ve 17 Eylül günleri, demokrasi tarihimizin silinmez birer kara lekesi olarak kayıtlara geçti. O günlerde, hadiselerin seyri özetle şu şekilde gelişti:
Demokratların aylardır yargılanmış olduğu Yassıada Askerî Mahkemesi, 15 Eylül 1961’de maznunlar hakkındaki nihaî kararını verdi. 
Burada “Yüksek Adâlet Divanı” ismiyle kurdurulan uyduruk mahkeme, 15 devlet adamının idamına, 31 şahıs için müebbed hapse, 408 kişinin çeşitli hapis cezalarına çarptırılmasına ve 133 kişinin de beraatine karar verdi. 
Aynı gün, Millî Birlik Komitesinin de tasdik ettiği bu mahkeme bozuntusunun zalimane kararı, hiç bekletilmeksizin birer birer tatbik sahasına konuldu.
Hukuk adına yüz kızartıcı kararın infazı şu şekilde gerçekleştirildi: Maliye Bakanı Hasan Polatkan ile Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu 16 Eylül’de, Başbakan Adnan Menderes ise 17 Eylül sabahı İmralı Adasında idam edildiler. Bu arada, diğer mazlûmlar da yurdun muhtelif şehirlerindeki hapishanelere gönderildi.
O tarihte yaşanan bu fecaat, milletin kalbinde öylesine derin yaralar açtı ki, dünya durdukça kapanması, yahut unutulması kàbil görünmüyor. 
Öte yandan, Yassıada'da o günlerde sadece adı geçen şahısların idamına karar verilmedi; aynı zamanda hukuk cinayeti işlenerek adâletin kendisi de boğazlanmış oldu. 
Mahkeme heyetinin başları üstündeki levhada "mülkün temeli" diye yazılı duran adâlet, ne yazık ki o hengâmede "zulmün kılıfı" olarak kullanıldı.
Evet, o günlerin Türkiye'sinde yaşananlar, kelimenin tam anlamıyla dayanılmaz derecedeki acı ve ıztırap yüklü "hüzün günleri"dir.
O hazin günlerin hicranlı bir tasviri
Marmara Denizini "bir mavi göz"e, Yassıada'yı ise, o gözdeki bir "elem ketresi"ne benzeten şair Faruk Nafiz Çamlıbel, Yassıada'nın o günkü hazin manzarasını da unutulmaz, unutulmaması gereken şu mısralarla resmediyor:
Bilmiyor gülmeyi sâkinlerinin binde biri; 
Bir vatan derdi birikmiş bir avuçluk karada. 
Kuşu hicran getirir, dalgası hüsran götürür; 
Mavi bir gözde elem katresidir Yassıada.
Evet, o günlerin Yassıada'sında hakikaten bir vatan derdi birikmişti. 
Zira, 14 ayrı dâvâdan aylarca yargılandıkları halde cezayı gerektirecek bir tek suçu tesbit edilemeyen Adnan Menderes ve yüzlerce partili arkadaşına—önceden verilmiş kararlar gereği—insanlığa sığmayan cezalar kesiliyordu.
Öyle ki, uyduruk mahkemenin kararını bile beklemeden, oradaki mazlûmlara büyük bir iştahla hakaretli işkenceler yapılıyor ve bu işkenceler sonucu meydana gelen ölümlü vak’alara dahi zerrece aldırış edilmiyordu.
Demokrat camia, o günlerde dayanılmaz acılarla kıvranırken, bu vaziyetten keyif alan, hatta zevkten dört köşe olacak derecede sevinenler de vardı.
Meselâ, İsmet Paşa, onun damadı ve aynı zihniyette bulunan partidaşları.
Metin Toker’in sahibi olduğu Akis dergisi, mahkemeden önce Menderes’in üzerini çizmiş ve bunu sevinçle okuyucu kitlesine takdim etmişti.
Berin Hanımın yaşadıkları
Bir yıldan fazla süren kahır ve çile yüklü Yassıada günleri, 27 Mayıs (1960) darbesinden hemen sonra, yani Haziran ayının daha ilk yarısında başlamıştı. 
İşte, çileli ayların o ilk günlerinde mazlûm başbakanın cefakâr eşi Berin Hanımın 13 Haziran 1960 tarihli mektubunda Adnan Menderes'e hitaben yazmış olduğu ifadeler: 
"Adnancığım. Üç gündür senden bir haber alamadığım için çok meraktayım. İki gündür gazeteler Yassıada’ya götürüldüğünü yazıyor, fakat katiyetle bir şey öğrenemediğim için büyük üzüntüdeyim. 
"Buradayken, her gün senden el yazınla tezkere alıyor, seviniyorduk. Bugün posta ile mektup gönderebileceğimizi söylediler. Hemen bir telgraf çektim. Senin de bana telgrafla sıhhatini bildirmeni rica ederim. 
"Akşam gazetesinde senin bana çektiğin bir telgraf yayınlandı. Fakat bana böyle bir telgraf gelmedi. Daha doğrusu Ankara’dan gittikten sonra, hiçbir mektup ve telgrafın gelmedi. Bu merak beni harap ediyor. İnşaallah sıhhattesindir ve haberini alır sevinirim." 
Bu sözlerin sahibi, daha iki hafta öncesine kadar Türkiye'nin mukadderatında söz ve irade sahibi olan seçilmiş bir başbakanın hanımıdır... 
Ne acı, ne hazin bir durum, değil mi? 
Esasında, bundan çok daha hazin bir durum da şudur: İhtilâl günü yakalanıp gözetim altına alınan başbakanın aile efradı, Başbakanlık Konutundan kapı dışarı edilir. Berin Hanım, bu durumda ne yapacağının şaşkınlığı içinde, Adnan Beye şu satırları yazarak bir fikir ister: 
"Köşkü tahliye etmemiz lâzım. Bana ne tavsiye edersin? Acaba bir apartman katı mı aratayım? Yoksa İzmir veya Aydın’a mı gideyim? Bir fikir verirsen çok sevineceğim. 
"Artık ne kadar yalnız kaldığımı tahmin edersin. Aydın’ımla beraber her an sana, sıhhatine duâ ediyoruz."
İlk mektuba cevap
Yassıada'ya götürülen Adnan Menderes'ten gelen ilk "sıhhat haberi"ne karşılık olarak, fedakâr eş Berin Hanım şu cevabî mektubu yazar: 
"Yassıada’dan ilk sıhhat haberini gece aldık. Ne kadar sevindik bilemezsin. Buradayken her gün haberini alıyorduk. Meğer benim için ne büyük teselliymiş. Dört gündür habersiz kalınca adeta harab olduk. 
"Gazetelerde geceyi gömlekle geçirdiğini öğrenince çok üzüldüm. 
"Neyse... Çamaşır, para göndereceğim ama, nasıl bilemiyorum. İsteğini bana hemen yaz. Aydın, bana büyük destek oluyor yavrucak. Her an sana duâ ediyoruz. Sıhhat ve selâmetle bize seni kavuşturması için Allah’a yalvarıyoruz."
Yassıada’da gördüğü işkenceler neticesi vefat eden mazlûmlara ve dârağacına gönderilerek idam edilen şehit Menderes ve arkadaşlarına bizler de Cenâb-ı Hak’tan rahmet ve mağfiret niyaz ediyoruz.

 
Darbeden ve idamlardan sonra Demokratlar kan ağlarken, yaşanan acıdan sadistçe zevk alanlar da vardı. İsmet Paşanın damadı 
Metin Toker’in çıkarmış olduğu Akis dergisi, mahkemeden önce Menderes’in üzerini 
çizerek taraftarlarına neşe dağıtıyordu.

13 Eylül 2013 Cuma

Prof. Dr. İSA KAYACAN'DA KINADI!....

TIKLA> LİNK :: Menderes ve dönemlerine ait yayınların pek çoğu gerçeği yansıtmıyor...

Menderes  ve dönemlerine ait yayınların
pek çoğu gerçeği  yansıtmıyor
                                                                                                             Prof.Dr.İSA KAYACAN
Özel televizyonlarımızın pek çoğunda yayınlanan dizilerde, gösterilen bölümler sık sık tekrarlanırken, yine bu Tv. Açık oturumlarına konuşmacı olarak katılanların, özellikle yaşı çok genç olanların bilmedikleri, yorum getirmedikleri konular kalmadığı görülüyor.
            Demokrat Partinin l950 ve l960 yılları arasındaki hizmetleri, o dönemin unutulmaz lideri Adnan Menderes’le ilgili tv’lerde yayınlanan belgesellerin de hemen hemen hiçbiri gerçekleri yansıtmıyor.
            Bu yayın ve belgesellerde, o dönemin olumsuzlukları öne çıkarılarak, özellikle gençlerin doğru bilgilenmeleri önleniyor.
            Son olarak özel bir Tv Kanalında, “Ben onu çok sevdim” adıyla yayınlanan belgeselde, rahmetli Adnan Menderesin özel yaşamına, mahremiyetine girilmiş, sanki o dönemden söz ederken konu edilecek, üzerinde çalışılacak başka bir yön veya yönleri yokmuş gibi, özellikle özel hayatının karalanması yolu seçilmiştir.
            Bu tür belgeseller mutlaka bir amaç ve hedef gösterilerek yapılıyor, yayınlanıyor. Kaynak olarak gösterilenler, ya genç bir yazarın kitabı oluyor, ya da üç beş kitap okuyarak o dönemin otoritesi gibi gösterilen sözde araştırmacılardan söz edilerek, yola çıkılıyor. Bunlar doğru değildir!.
            Önceki günlerde değişik özel Tv kanallarında Menderes ve dönemine ait farklı imzaların ortaya koyduğu belgeseller izledik. Hemen hemen hepsinde,l950 dönemi başlangıç alınıyor, hızla l960’a geliniyor, 27 Mayıs 1960 ihtilali yaptırılıyor, kısaca Yassıada mahkemeleri veriliyor, arkasından idamlar gösterilip, sonuca geliniyor.
            1950 yılına nasıl gelindi?, Nasıl bir Türkiye teslim alındı?, O günün Türkiye’sinde demokrasimiz neyin üzerine oturtulmuştu?, Kırsal kesimin durumu neydi?, Okur-yazar oranımız  hangi rakamlardaydı? Kalkınmaya yönelik neler yapıldı?, Nereden nereye geldik?, 27 Mayıs ihtilali niye yapıldı?, İhtilal yapanların yaşları, rütbeleri neydi?, Sonra neler oldu?.Yassıada mahkemeleri nasıl kuruldu, orada sözde Adalet nasıl işledi? Yüksek Adalet Divanı Başkanı Salim Başol’un, savcı Ömer Altay Egesel’in Menderes ve arkadaşlarına, orada yargılananlara karşı nasıl hitap ettikleri, Yassıada komutanı  Albay Tarık Güryay’ın Menderes’in eşi Berrin hanımefendi, çocuklarıyla birlikte ziyarete gittiğinde bu Albay’ın kendi odasında nasıl davrandığı, nasıl hakaret ettiği, Adalet Gazetesinin sahibi ve yürekli gazeteci rahmetli Turhan Dilligil’in Yassıada’yla ilgili yazdığı kitaplarından birinin  adının, neden “Allahsız Gardiyan” olduğu gibi noktalar üzerinde araştırmak, bilenlerden sormak, ona göre yayın yapmak, belgesel hazırlamak gerekiyor.
            Zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel’in 1960  öncesi, Başvekil Adnan Menderes’e yazdığı  mektubun ihtilal sonrası  nasıl sansürlenerek kamuoyuna duyurulduğunu, Cemal Gürsel’ in bu konuda nasıl ses çıkarmadığını, Mahkeme Başkanı Salim Başol’un yargılananlara nasıl  azarladığını, “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” gibi güç gösterisi yapan, adres gösteren tutum ve davranışları üzerinde durulması gerektiğini, idamların yapılacağı günün öncesi, CHP  Genel Başkanı İsmet İnönü’nün Yassıada ve İstanbul’da konuşacak kimse bulunamadığını, telefonuna kimsenin çıkmadığını  hatırlamalı, bunların üzerinde dikkatlice durmalıyız. Hüsamettin Cindoruk’un, “27 Mayısı silahlı kuvvetler değil, silahlı subaylar yaptı. Beş bin subayı emekliye sevk ettiler. Bir iç hesaplaşma gerçekletirdiler aslında” cümlesi 27 Mayıs 1960 ihtilalini yapanların gerçek fotoğrafıdır.
            Bir anı:
Yassıada mahkemeleri sona erer. Mahkeme Başkanı Salim Başol, İstanbul’da  alış veriş için bir markete girer. Kasaya yaklaşır, para ödeyecektir. Marketin sahibi kasanın önündedir. Salim Başol’a dönerek: “Ben sizi tanıyorum. Yassıada hâkimiydiniz, idamlar verdiniz, idam yaptırdınız” deyince, Salim Başol tanınmışlığının gururu içine girer ve market sahibinin cümlelerinin sonunu bekler. Market sahibinin cümlesinin sonu ilginç ve düşündürücüdür: “Bu yüzden benim size satacak malım yok siz buradan alışveriş yapamazsınız” deyince, buz gibi bir rüzgâr eser ve Salim Başol aldığı gıda maddelerini bırakarak, ardına bakmadan marketten uzaklaşır.
            Tv’lerde bu ve bunun gibi gerçekler, Menderes dönemine  ve Menderese gösterilen ilgi ve sevginin büyüklüğü,önemi ve vazgeçilmezliği neden anlatılmıyor acaba?..
            ***
        ELEŞTİRİ, YORUM VE KATKILAR: 
                 To: dp2010yeniden@yahoogroups.com //                  From: baysanb@gmail.com
                 Date: Fri, 13 Sep 2013 19:38:56 +0300 //                  Subject: Re: [dp2010yeniden]
            KINAMA, ŞİDDETLİ TEPKİ VE REDDİYE...
Diziyi görmedim, görmek de istemem.. Ben rahmetli Adnan Menderes'in yakınlarından birinin kızıyım, şahsen kendilerini çok yakından tanırdım.. Onunla ilgili TV dizileri bence ne kadar dikkatli yapılırsa yapılsın yanlış yorumlanır..
DP ve değerli üyelerinin rahat bırakılmasını, kendilerini müdafaa edemeyecek olduklarından, doğru yanlış haklarında bu tip gösteriler yapılmamasını dilerim..
DP eğer günahları var idiyse fazlasıyla ödedi, işkenceler ve cinayetlerle.. Yok sevabı var idiyse onu da Allah takdir eder insanlar etmese de..
Maalesef on yıllık DP dönemi hiç bir şekilde doğru anlatılamamış ve hattâ özellikle karalanmıştır.. Genç nesiller DP ve icraatı hakkında doğru hiç bir şey bilmemektedir..
On yıllık bir iktidarın hataları olmaması mümkün değildir. 
Ancak bu memleket için yaptıkları, o hataları silip götürmüştür. 
Bunları bizlerden sonraki nesillere anlatan pek az kişi mevcuttur..
Sevgili Emine Naskali bu konuda kitaplar yazmış, Mehmet Arif Demirer yazdığı çeşitli kitaplarla bu süreci anlatmak ve açıklamak istemiştir..
Hiç bir şekilde kitap okumayan bir ülkede bunlar değerli eserler olarak raflardaki yerlerini alacaklardır. Dilerim ki bizler değil, bizi bilmeyenler okusun ve öğrensin o donemi.. 
Bizler zaten biliyoruz.. İnsanların özel hayatları ile ilgili yapılan bu tur dizileri şiddetle kınıyorum.. Her kim ve her ne niyetle yaparsa yapsın..
Sevgi saygılar..
14 Eylül 2013, baysan Aygun Bayar
*
Saygı ile.. *Nadir Şener Hatunoğlu*
Ankara: 13.09.2013
Değerli Dostum Prof. Dr. İsa  KAYACAN; Merhaba…
Nazarım değmesin; yorulmaz, usanmaz yüreğinize sağlık. Gazete yorumlarımda hep vurguluyorum: Olayı, olguyu, kişiyi; O dönemin koşulları içinde değerlendirmek gerekir. Aksi durumda, yanlış değerlendirmeler yapılıyor. İnternetteki yorumumda var; Padişahımız Abdülhamit Han. Koskoca imparatorluğu otuz üç yıl yönetmiş. Devletimiz zaten çöküş evresine girmiş. İçten ve dıştan baskılar şiddetli. Devleti ayakta tutmak bile, zordu. Sadece Yemen savaşları bile Abdülhamit Hanı tüketmeye yetmiştir. İletişim, ulaşım yok gibi. Devletin kendini savunma refleksi, elbette ki dört dörtlük olamazdı. Kimi haksız yargılanmalar olmuştur. Yorumda rahmet ve minnet duygularımı sundum.
Gelelim bana ilettiğiniz yazıya: Menderes Dönemi.. Öncelikle şunu vurgulamak isterim: Rahmetli Adnan Menderes, demokrasimizin acemilik döneminde şehit olmuş bir büyük devlet adamımızdır. Demokrasimiz gibi, elbet kişisel yanlışlıklar da olmuştur. Beşerî zaafımızdan kaynaklanan kimi tutkular, olup-biten tüm güzellikleri, iyilikleri bir kalemde silemez. İnsan-oğlunun huyudur; kendini yüceltmek için geçmişi kötüler. Oysa geçmiş, kendini savunamaz. Özellikle politika malzemesi olarak kullanmak, aczin ifadesidir. Örnek: Gelmiş-geçmiş millî eğitim Bakanlarımız içinde, en kültürlüsü, eğitmeni Hasan Ali YÜCEL idi. Ben bir fotoğrafını gördüm, ağzında sigara vardı. Gurbetçilerin anı fotoğraflarında görürüz; kolunu, saatini gösterecek biçimde uzatmıştır. Geçmiş dönemde de sigara, bir aksesuar olarak algılanmıştır. Neymiş efendim; Atatürk İngiliz kralıyla kadeh tokuşturmuşmuş…
Lütfen cehaletimizi ve aczimizi frenleyelim. nadir.sener@hotmail.com   
Nadir ŞENER HATUNOĞLU
(matematikçi-bilim uzmanı)

KINAMA, ŞİDDETLİ TEPKİ VE REDDİYE...

>link>> KINAMA, ŞİDDETLİ TEPKİ VE REDDİYE...

Ocakoğlu'ndan 'Menderes' (atv; "ben onu çok sevdim") Dizisinine Tepki
12 Eylül 2013 10:15
Demokrat Parti Dava ve Misyonu'nun ileri gelen isimlerinden olan Sayın Samet Ocakoğlu, Adnan Menderes'in şahsiyeti ve 1950'li yılların Türkiye'sini karalandığını iddia ettiği 'Ben Onu Çok Sevdim' adlı diziyi kınadı.
Demokrat Parti Misyonu'nun ileri gelen isimlerinden olan Samet Ocakoğlu, Adnan Menderes'in şahsiyeti ve 50'li yılların Türkiye'sini karalandığını iddia ettiği 'Ben Onu Çok Sevdim' adlı diziyi kınadı.
Demokrat Parti Misyonu'nun ileri gelen isimlerinden olan Samet Ocakoğlu, özel bir televizyon kanalında yayınlanan ve merhum Başbakan Adnan Menderes'in özel hayatını temalı "Ben Onu Çok Sevdim" adlı diziye tepki gösterdi. Dizide konuların çarpıtıldığını ve Menderes'in mahremiyetinin ekranlara taşındığını öne süren Ocakoğlu, "Merhum Başvekil Adnan Menderes'in şahsiyetini ve 50'li yılların büyükTürkiye'sini karalayan, özellikle genç nesillere Yassıada'nın karanlık senaryolarından alıntılarla sözde olay tasviri yapan, Menderes hükümetlerininTürkiye lehine sürdürülebilir kartal pençeli dış politikasını ve şanlı-şerefli Kore Türk Ttugayı'nın varlık sebebini çarpıtan, farklı ve gerçek dışı bir tasvir ile halkın ve tarihin vicdanında seçkin yerini bulmuş Menderes imajını zedeleyen, merhum Berrin Menderes Hanımefendinin muhterem varlığını, mahrem yatak odası canlandırmaları ile ekrana taşıyan, toplumun ahlaki ve kültürel değerleri ile çatışan sanal davranışlar ile doldurulmuş,
diziyi ve bu dizinin senaryosuna egemen olan ahlaki ve ticari düşünceyi şiddetle kınıyorum. Büyük ve şerefli bir camianın, böylesine tasvirlerle kamuoyu huzuruna taşınmasından duyduğum vicdanı sızıyı ve acıyı toplum ile paylaşıyorum. Hakem milletin maşeri vicdanıdır" dedi.
Samet Ocakoğlu, büyük beğeni toplayan ve Adnan Menderes'in yaşam öyküsünü ve hizmet dönemini konu alan "Başvekil Adnan Menderes Yaşam Öyküsü Sanatsal Bilgi Sunumu" sergisini Aydın'a bağışlamıştı. 
- AYDIN

11 Eylül 2013 Çarşamba

UNUTMADIK!... UNUTMAYACAK VE UNUTTURMAYACAĞIZ!..

BAŞKAN İSMET ÖZBAKKAL’IN 16-17 EYLÜL; ADNAN MENDERES, HASAN POLATKAN VE FATİN RÜŞTÜ ZORLU’NUN İDAMLARI İLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI 
16 Eylül 1961 tarihinde, haksız, hukuksuz ve kanunsuz olarak, hunharca ve alçakça idam edilen Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en başarılı; Namuslu, dürüst ve demokrat Devlet adamları Maliye Bakanı Hasan POLATKAN, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü ZORLU ve bir gün sonra 17 Eylül 1961 tarihinde Şehit edilen “son Başvekil” Adnan MENDERES olmak üzere:, Atatürk, Cumhuriyet, Demokrasi, Adalet, Hukuk ve Millet düşmanı kriptolar tarafından Şehit edilmelerinin 52. yıl dönümünde manevi huzurlarında tazimle eğiliyor ve her üç Şehit’in Aziz Ruhlarına minnet ve şükranla dua ediyoruz…
İnşallah, O üç mübarek ve muazzez Şehit hürmetine Ülkemiz, Devletimiz ve Aziz Milletimiz; En kısa sürede yeniden, “içinde bulunduğu makûs talihi yener de” tekrar adalet, eşitlik, hakkaniyet, hukuk, demokrasi ve huzur iklimine kavuşur.
Bizler, Demokrat Parti olarak bu yolda, bu uğurda: 53 yıl sonra tekrar “Hak yolunda ve millet hizmetindeyiz. Devlet idaresinde millet iradesini hâkim kılmak” adalet, hakkaniyet ve hukukun hayata geçmesi için “siyasette fazilet” mücadelesi veriyoruz.
Bu vesileyle: Demokrasi Şehitleri hakkında bazı hatırlatmalarda bulunmak isterim.
Şöyle ki: Başvekil Adnan MENDERES, 1899’da Aydın da doğdu. Küçük yaşta annesini ve babasını kaybetmenin acılarını yaşadı. Babaannesinin sevgisiyle büyüdü. İzmir Amerikan Kolejinde okudu. Daha sonra Ankara Hukuk Fakültesini bitirdi. Askerliğini yedek Subay olarak yaptı. Terhis edildikten sonra Çakırbeyli’deki çiftliğine çekildi. Milli Mücadele yıllarında gösterdiği kahramanlık ve üstün hizmetlerin karşılığı olarak, “İstiklâl Madalyası” ile ödüllendirildi.
Politika ile ilk teması, Aydın İl Başkanı olarak “Serbest Fırka” ile başlar. 
            07.Ocak.1946’da Celâl Bayar, Refik Koraltan ve Prof. Dr. Fuat Köprülü ile birlikte Demokrat Partiyi   kurdu. 
            14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti büyük bir çoğunlukla iktidara geldi. Atatürk’ün en büyük arzu, hayal ve ideali olan Demokrasiyi Cumhuriyet ile buluşturdu. Bu nedenle “Beyaz İhtilâl” olarak nitelenen 14 Mayıs, “Demokrasi Bayramı” ilân edildi. Bu arada Atatürk’ün Başvekili Celâl Bayar, TC’nin 3. ve ilk sivil Cumhurbaşkanlığına seçildi. Adnan Menderes Başbakanlığa getirildi. İlk işi, memlekette barış ve huzuru sağlamak amacıyla bir Genel Af çıkartmak oldu. Ayrıca, “Devr-i sabık yaratmayacağız” kararı ile iyi niyetini gösterdi. Dış siyasette NATO’ya girmenin çetin yollarını aştı.
            14.Mayıs.1950’ de başlayıp, 27.Mayıs.1960 günü yapılan darbeye kadar geçen on yıllık süre içinde; Yıllardır ihmal edilmiş, geri kalmış, içerde ve dışarıda itibar kaybetmiş olan Türkiye’ yi baştanbaşa yeniden imar ve inşa etti. İşsizlik ve yoksulluğu yendi. Maddi, manevi ilmi ve kültürel değerleri yeniden kazandırdı. Tarihten silinmeye ve yok olamaya yüz tutmuş Atatürk ilke ve inkılâplarını yeniden hayata geçirdi. Dünya siyaset tarihinde eşi emsali görülmemiş büyük bir kalkınma, gelişme ve çağdaşlaşma hareketlerini gerçekleştirdi.
            Merhum Menderes zamanında halk, insanca yaşamayı öğrendi. Cehalet, yokluk, yoksulluk ve işsizlikten kurtuldu. Milli ve manevi değer, eser ve zenginliklerine kavuştu. Devlet adeta baştanbaşa yenilendi. Demokrasi kurumlaştı ve bir yaşam biçimi olarak yerleşme yoluna girdi. Öyle ki, NATO standart, norm ve kriterlerine göre bu dönemde, normal şartlarda yüz yıla tekabül eden büyük bir kalkınma ve gelişme hareketi yaşandı. Menderes ve arkadaşlarının Demokrat Parti ile gerçekleştirmiş olduğu eserler bugün, çok sevdiği Milletinin hizmetindedir.
Ancak, bu olağanüstü kalkınma, gelişme, çağdaşlaşma ve demokratikleşme hareketini vatan ve millet düşmanları ile devleti ve milleti soymaya alışmış kitleler içlerine sindiremedi.
On yıllık iktidarı boyunca, sonuncusu dâhil tam 4 darbe teşebbüsü ile karşı karşıya kaldı. Fakat O, vatanını, devletini insanını ve askerini yürekten seven, ordusuna güvenen, demokrasi, hak, adalet ve hukuka dayanan bir insandı. Bu sevgi, saygı, güven ve “güvendiği orduya” karşı duyduğu samimi itimat nedeniyle ve “kan dökülmesin, masum insanlar telef olmasın, devletin ve demokrasinin düzeni bozulmasın” inancıyla bir avuç çapulcuya karşı çıkmadı. Sabır ve tevekkül yolunu seçti. Elbet yanlış, yalan ve iftiraların ortaya çıkacağını, iktidarının aklanacağını ve aziz ve necip Türk milletinin gerçekleri göreceğini sanıyor ve bu yanlıştan muhakkak dönüleceğine inanıyordu. Bu inanç ve itimatla; Hükümete samimi ve sadık olarak bağlı Türk Silâhlı Kuvvetlerini harekete geçirmedi. Milletin selâmeti için teslimiyeti seçti.
Fakat bir avuç isyancı (38 kişi) tarafından gerçekleştirilen ve Menderes’in “vatan ve millet aşkı” nedeniyle mukavemet görmeyen darbe ne hikmetse muvaffak olunca, tutuklanarak Yassıada’ ya götürüldü. Türk hukuk tarihinin utancı olan yüksek adalet divanı nam uyduruk mahkemelerde sözde yargılanarak idama mahkûm edildi. Burada kendisine eziyet, zulüm ve işkenceler yapıldı. Hayali sükut ve hüsrana uğramıştı. 
O, kendisini milleti ve memleketine adayan büyük bir Lider, devlet adamı ve samimi bir vatanseverdi.17 Eylül 1961 günü öğle saatlerinde idam sehpasında bile son sözleri “vatan sağ olsun” olmuş, “Allaaah!...” diyerek ruhunu (emaneti sahibine) teslim etmiştir.
Vatan sağ olsun. Nur ve huzur içinde yatsınlar.
Vatan ve Millet O’nlara minnettar ve müteşekkirdir.
Şehit arkadaşları, Fatih Rüştü ZORLU ve Hasan POLATKAN’a da Allahtan rahmet diliyoruz; Ülkemizin içinde kıvrandığı bu sıkıntılı, zor ve kritik günlerinde onlara ihtiyacımız olduğu apaçık ortaya çıkmış ve Demokrat partinin “Millet; Cumhuriyet; Adalet; Hakkaniyet; Eşitlik; Dürüst devlet ve Demokrasi için; TEK ÜMİT olduğu bütün veçheleriyle anlaşılmıştır.
İsmet ÖZBAKKAL
DEMOKRAT PARTİ
KAYSERİ İL BAŞKANI

7 Eylül 2013 Cumartesi

BEKİR COŞKUN, 7 EYLÜL 2013

Eylül

Dün 6 Eylül’dü…
Bugün 7 Eylül…
6-7 Eylül günleri, ulusal tarihimiz için de bizim ailemiz için de, hatırlandığında gözlerin daldığı, nefeslerin daraldığı, dudakların ısırıldığı günler…
Demokrat Parti iktidardaydı…
Devletin “radyo ajansı” o gün 13.00 haberlerinde “Selanik’te Atatürk’ün evinin bombalandığını” duyurdu…
Akşam saatlerinde Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin evlerine ve işyerlerine saldırılar başladı… Mağazaların vitrinleri kırılıyor, kumaşlar yollara saçılıyor, kasalar yağmalanıyor, evlere girilerek değerli ne varsa talan ediliyordu…
Caddeler yerlerde uçuşan kumaşlardan geçilmez olmuştu…
Azınlıklar panik içinde sağa sola koşuştururken, öldürülenler ve yaralananlar vardı…
Kiliseler, mezarlıklar dahi talan ediliyordu…
Beyoğlu’nda bir binanın ikinci katında Andree’nin babası mimar olarak çizim yaparken kapıyı kırarak içeri girenler tarafından arkadaşlarıyla camdan aşağı atıldı…
Kırılan ve sakat kalan eli yüzünden mimarlık hayatı bitmişti…
Sonraki yıllarda çocuklarını alarak Ankara’ya taşındı, elçilikte çalıştığı günlerde bizim kader çizgilerimiz kesişmişti…
Her şeye rağmen Türkiye’yi deli gibi seven, asla toz kondurmayan o yakışıklı adamı biraz utanç, biraz gıpta ile izlerdim…
Sonradan…
“Atatürk’ün evinin Rumlar’ tarafından bombalandığının” yalan olduğu ortaya çıktı…
Demokrat Parti ekonomide sıkışmıştı…
Dış politikası çökmüş, içeride itibar kalmamış, gitme korkusu sarmıştı yönetimi… Toplumdaki tepkiler ise giderek artıyordu…
Olayları bahane ederek başta Aziz Nesin, Kemal Tabir gibi muhalifler olmak üzere, susturmak istediklerini “6-7 Eylül olaylarının sorumlusu” diye tutukladılar…
Suçlananlar arasında olaylardan çok önce ölmüş dört rahmetli de vardı…
Neyi çağrıştırdı sizde?..
Aynen…
Hiç değişmiyorsun kanlı el…
Patlayan bombaların, kirli oyunların, yalan tezgâhların, eli palalı yandaşların, sana hâlâ inanan ve peşine takılan gelişmemiş yığınların ile yine oradasın…
Her eylül başı bizler utanırız…
Sen utanma…

Bekir Coşkun:

------
Sen AKP'li misin? otur şuraya konuşma ve dinle.
Sen yaptın Libya'da zulmü , sen yaptın Mısır'da zulmü, sen yaptın Suriye'de zulmü,
sen sebep oldun Irak’taki iki milyon insanın ölmesine 1 milyon kadının dul kalmasına..
Senin konuşmaya hakkın yok.
Dinle ve tövbe et!!
!
__._,_.___