18 Eylül 2014 Perşembe

NACİ AKIN; "SELENDİ MEDYA" EYLÜL SENDROMU

NACİ AKIN

NACİ AKIN

EYLÜL SENDROMU

Hafta sonu tatilinden çıkıp Pazartesi iş başı yapan çalışanlar, öğrenciler genellikle bugünü sevmezler, mutsuz olurlar ve buna da Pazartesi sendromu derler. Oysa hafta sonunda dinlenip tüm bir haftanın yorgunluğunu atarak zinde bir şekilde dükkanlarını açanların, okullarına, işlerinin başına koşanların daha arzulu, şevkli ve verimli olmaları gerekmez mi? Her ne kadar öyle olması gerekirse de insanın doğasında var olan yan gelip yatma güdüsü nedense çoğu insanı böyle düşünmeye sevk eder.

Pazartesi sendromundan söz edince bir de Eylül sendromundan söz etmek gerekir. Eylül sendromu üzerine de çok şeyler söylenebilir. Bizim öğrencilik yıllarımız da ikmale kalmak vardı, sonraları buna bütünleme denilmeye başlanıldı. Tüm yıl boyunca aldığın derslerden girdiğin sınavlarda, sözlülerde, telafilerde geçer not ortalamasını yakalayamadıysan, “Eylülde gel” derlerdi öğretmenlerimiz. Bu, arkadaşların yazın keyfini çıkarıp tatil yaparken, senin ders çalışmakla zamanını geçireceğin anlamına gelirdi ve tabi ki çok sevimsiz bir şeydi. Dahası Eylül ortalarında tatil biter okullar açılırdı, hala da öyle. Manisalılar, İzmirliler, Egeliler için Fuarın Eylül başında kapanması da başlı başına bir sevimsizlik sayılırdı, hoş bugün artık kimse fuarla ilgilenmiyor ya. Yazlıkçılar da Eylül geldi mi evlerine dönerlerdi, bu kimi yaz bekarları için nimet sayılsa da, kimileri için ise sultanlığın sona ermesi anlamına gelirdi. Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkün ama benim asıl temas etmek istediğim konular bunlar değil. Eylül ayı maalesef siyasi geçmişimizde hiç de istenmeyen, tasvip edilmeyen, kara günlerle doludur.adnan_menderes_52_yil_once_17_eylul_h11930

6-7 Eylül hadiseleri Türk milletinin doğasında var olan insaniyet duygusu, hoşgörü, konukseverlik, sevecenlik, dostluk, kardeşlik gibi hasletlerini zaafa uğratmıştır. Dış mihrakların tahrik ve yönlendirmesi ve uydurma söylentiler halkın galeyana kapılmasına sebep olmuş ve bir anda öfke seline dönüşerek neredeyse bu insani değerlerinin yok olmasına neden olmuştur. Gayri Müslim vatandaşlarımız ve özellikle de Rum kökenli yurttaşlarımıza karşı girişilen bu kabul edilemez hareketler maalesef Türklük adına bir utanç vesilesi olmuştur. Kahramanmaraş ve Çorum olaylarında da benzeri tahrikçilerin ortaya çıktığı artık gün gibi aşikardır.

12 Eylül 1980 darbesi de Eylül ayında vuku bulan Türk demokrasisinin ve siyasi tarihinin kara bir lekesidir. Maalesef “Şartların oluşmasını bekledik” diyen zihniyet, her gün onlarca gencin kanlarının akmasına, siyasi cinayetlere, kardeş kavgasına, adeta bir neslin madden ve manen yok olmasına seyirci kalmış, Türk devletine ve milletine en büyük ihanetin içinde olmuşlardır. Bugün bu darbenin faillerinin göstermelik mahkemelerde yargılanıyor olmaları neyi değiştirmiştir? Giden canlar geri mi gelmiştir? Yoksa Türkiye’nin bozulan siyasi ve toplumsal yapısı düzene mi girecektir? Bugün ülke hızla bölünmüşlüğe doğru gidiyorsa, toplum kutuplaşmış, insanlarımız birbirlerine karşı kin ve nefret duyguları beslemeye başlamışsa, hukuk, adalet çürümeye doğru gidiyorsa, birileri “biz zamanında çok çektik” diyerek rövanş alma güdüsüyle hareket ediyorsa, bunda darbeler yoluyla bozulan toplumsal ve siyasal düzenin payının birinci sırada olduğunu kimse inkar etmesin.

Maalesef Türkiye’de bu yolu açan ilk darbe 27 Mayıs darbesidir. 27 Mayıs darbesi sonrası kurulan düzmece Yassıada Mahkemeleri kararlarını yine bir meşum Eylül gününde 15 Eylül’de açıklamıştır. Memleketi imar ve inşa etmekten, kalkındırmaktan, insanlarımızın hür ve eşit yurttaşlar olduğunu hatırlatmaktan, halkımızın huzur ve refahını düşünmekten, insan hakları, demokrasi ve millet egemenliğini savunmaktan başka kusurları olmayan bu insanlar hakkında 15 idam 32 müebbet hapis ve birçoğuna da 4 sene iki aydan 20 yıla kadar hapis cezası verildi. Aynı gün (4 saat içinde) uluslararası telkinlerden kurtulmak için, yangından mal kaçırırcasına idamların üçü askeri cunta tarafından onaylandı diğerleri müebbet hapse çevrildi.

16 Eylül günü Maliye Bakanı Hasan Polatkan ile Dış İşleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu İmralı adasında infaz edilirken, babam da dahil olmak üzere diğerleri askeri yük uçağı ile elleri kelepçeli olarak Kayseri cezaevine nakledildiler.

Milletin sevgilisi şehit Başvekil Adnan Menderes ise ertesi günü yani 17 Eylül günü hem insanlığa, hem hukuka ve hem de ilahi adalete aykırı bir biçimde hastalığı henüz geçmeden ve adli tabipin sağlık durumunun infaza elverişli olmadığı yönündeki itirazına rağmen düzmece bir sağlık raporuyla alçakça katledildi. İnfaz anına tanıklık edenlere göre infaz başlamadan gökyüzü açıktı havada bulut gözükmüyordu. Ancak tam infaz anında gökyüzü birden karardı ve bardaktan boşanırcasına bir yağmur döküldü. Bu yağmur kısa bir süre devam etti ve Menderes defnedildikten sonra durdu. Sadece İmralı adası üzerine yağan yağmurun Allah’ın Menderes’e rahmeti olarak nitelendi, bu konudaki değerlendirmeyi İlahiyatçılara bırakıyorum.

zorlu menderes

Eylül sendromunu tetikleyen felaketler sadece ülkemizle de sınırlı değildir. Eylül ayı dünyada da birçok felaketle sebep olan olaylarla doludur. A.B.D’de 11 Eylül 2001 tarihinde gerçekleşen ikiz kuleler ve Pentagon saldırısında 2976 kişi can vermiştir. Son yılların bu en büyük felaketi ardından dünyanın siyasi dengelerinde de değişimler olmuş, ülkemizi ve İslam coğrafyasını yakından ilgilendiren hadiseler cereyan etmiştir.

1 Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya’ya saldırısı ile yüzbinlerce cana mal olan II. Dünya savaşı başlamıştır. 2 Eylül 1942’de Alman Nazileri Varşova Gettosu ayaklanmasında 50.000 Yahudi’yi katletmiştir. 19 Eylül 1985 ‘de Meksika’nın başkenti Mexicocity’deki depremde 35.000 kişi can vermiştir. Eylül ayı bunun gibi daha nice felaketlerle doludur.

Ülkemizde de yukarıda sözünü ettiğim önemli hadiseler dışında irili ufaklı birçok istenmeyen olaylar Eylül ayında vuku bulmuştur. 6 Eylül 1985’de İstanbul Neve Şalom Sinagoguna düzenlenen terör saldırısında 21 kişi hayatını kaybetmiştir. Yine 6 Eylül 1975’de Diyarbakır Lice depreminde 2835 kişi can vermiştir. 13 Eylül 1980 günü Başbakan Süleyman Demirel ve CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit Çanakkale Hamzakoy’a, MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan ise İzmir Uzunadaya sürgüne gönderilmişlerdir. Sıra dışı Valilerimizden Recep Yazıcıoğlu müphem bir trafik kazasıyla hayatını kaybetmiştir, ve daha birçok istenmeyen hadise Eylül ayında olmuştur.

Bütün bu kötü hadiselere rağmen Eylül ayında hiç güzel şeyler yaşanmamış mıdır? Elbette yaşanmıştır. 13 Eylül 1921’de Sakarya Meydan Muharebesi kazanılmıştır. 1 Eylül 1922 günü Gazi Mustafa Kemal Dumlupınar meydan muharebesini kazanmasının ardından “Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir. İleri!” emrini vermiş ve aynı gün Uşak’a girilmiştir. 9 Eylül’de İzmir’in kurtuluşuna kadar olan günlerde ise, Bursa, Eskişehir, Balıkesir, Alaşehir, Salihli, Akhisar, Turgutlu, Selendi, Manisa başta olmak üzere Egede birçok il ve ilçe Yunan işgalinden kurtarılmıştır. Hatay’ın Türkiye’ye ilhakının ilk adımı olan Hatay Millet Meclisi 3 Eylül 1938’de açılmış ve Tayfur Sökmen Devlet Başkanı seçilmiştir. 20 Eylül 1988 günü Seul Olimpiyatlarında Naim Süleymanoğlu Halterde 6 dünya rekoru kırarak 6 dalda olimpiyat şampiyonu olmuştur. 12 Eylül darbe Anayasası ile Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit başta olmak üzere eski siyasi liderlere konulan ömür boyu siyaset yasağı Türk halkı tarafından kaldırılmıştır. Milli mücadelenin ilk adımının atıldığı Sivas Kongresi 4 Eylül 1919 da toplanmış ve daha birçok güzel hadise de Eylül ayında gerçeklermiştir.

Bugün 16 Eylül Şehit Bakanlar Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’nun ölüm yıldönümü. Sizler yarın bu yazıyı okuduğunuzda merhum Menderes’in katledilişinin yıl dönümünü idrak edeceğiz. Onu darağacına gönderenlerin hangi birini hatırlıyorsunuz? Ama o çoktan hatalarıyla ve sevaplarıyla milletin gönlünde yerini almıştır. Bugün bütün yurtta mevlid okutulacak, lokmalar dökülecek, paneller, konuşmalar, TV programları yapılacak. Bu etkinliklerde onu gönülden sevenler, izinde yürüyenler, davasına sahip çıkanlar da onu istismar etmeye, saptırmaya kalkan riyakar ve sahtekarlar da boy gösterecekler.

12 eylül

Bugün DP İstanbul İl başkanlığı anıt mezarda bir tören düzenledi oraya davetliyim. Adnan Menderes Demokrasi Platformunca Aydın Kültür Merkezinde DP Bakanlarından merhum Tevfik İleri’nin oğlu Cahit İleri’inin konuşmacı olduğu bir konferans var oraya da davetliyim. Çeşitli illerde anma toplantıları var oralara da davetliyim. Ayrıca İzmir’den ve diğer bazı yerel kanallardan programa katılma davetleri de aldım. Ne yazık ki hiçbirine iştirak edemeyeceğim, ama gönlümüz oralarda olacak. Allah Türk milletine bir daha böyle acı yaşatmasın. Türk milletinin birliğini, dirliğini, huzur ve refahını, yeniden sağlamak, kavgasız, gürültüsüz, kutuplaşmadan uzak, kimsenin öteki olmadığı, her yurttaşın hür ve eşit sayıldığı, komşuları ile iyi ilişkiler içinde ve dünyada itibarı olan bir Türkiye için onun davasının yüceltilmesine, yeniden şaha kaldırılmasına bugün her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Bu mesuliyet hepimizindir. Kalın sağlıcakla.

12 Eylül 2014 Cuma

Varlık Vergisi ve 6 Eylül 1955 Olayları; ANAYURT Gazetesi; Mehmet Arif DEMİRER, 8 Eylül 2014 Pazartesi

Varlık Vergisi ve 6 Eylül 1955 Olayları
http://www.anayurtgazetesi.com/images/spacer.gif
ANAYURT Gazetesi              M. Arif DEMİRER                            8 Eylül 2014 Pazartesi
http://www.anayurtgazetesi.com/images/spacer.gif
6 Eylül 2014 günü Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe Platformu’nun İsmail Beşikçi Vakfı’nda düzenlediği ‘6-7 Eylül Mağdurlarını Anma Etkinlikleri’nin tek konuşmacısı olan Rıdvan Akar’ın Varlık Vergisi ile ilgili bir kitabı var: Varlık Vergisi – Tek Parti Rejiminde Azınlık Karşıtı Politika Örneği. Rıdvan Akar, Mehmet Ali Birand’ın yardımcısı idi.
Bir Türk olan İsmail Beşikçi’nin ise özellikle ATATÜRK Dönemi Türkiye Cumhuriyeti aleyhinde Kürtçülüğü destekleyen yayımlanmış çok sayıda kitabı var.
www.durde.org’un, anılan etkinliği hatırlatmak için gönderdiği e.posta’da 7 Eylül 1955 günü çekilmiş bir fotoğraf var. Fotoğrafta İstanbul Beyoğlu’nda bir gece önceki tahrip ve talan olaylarına “DUR” diyen Türk Silahlı Kuvvetleri tankları görülüyor.
Dilek Güven adlı bir yazarın 6 Eylül 1955 olayları hakkında yazdığı ve Tarih Vakfının yayımladığı Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları ve Stratejileri Bağlamında 6-7 Eylül Olayları başlıklı kitapta olaylar POGROM olarak tanımlanmış.
POGROM, Sovyet öncesi Rusya’da güvenlik güçlerinin Hükümetin talimatı ile azınlıklara uyguladığı kitlesel katliam. 6 Eylül’de tahrip vardı, talan vardı ama katliam yoktu !
Dilek Güven’in kitabındaki, benim bir kitabımdan kısaltılarak (kısaltıldığı belirtilmeden) ve çarpıtılarak yapılmış, alıntılar nedeniyle 2005 yılında Tarih Vakfı ve Dilek Güven aleyhinde İstanbul 3. Fikri ve Sınai Haklar Mahkemesinde dava açtım. Dilek Güven mahkemeden gelen davetiyeyi almamak için muhtarlıktan kaydını sildirdi. Tarih Vakfı iki defa mahkum oldu. Kararı temyiz etti ve tesadüfe bakınız Yargıtay 11. Hukuk Dairesi üç Bilirkişi Raporuna dayalı kararları “Bilirkişiler ehil değil” diye bozdu. Dava onuncu yılını tamamlamak üzere !
2010 yılında Cahit Kayra, 93 yaşında, bir kitap yazdı. 2014 yılında dördüncü baskısını aldım: Savaş Türkiye Varlık Vergisi. Bir yanda Varlık Vergisi kanununun kabul edildiği yıl (1942) Türkiye’nin içinde bulunduğu koşulları dikkate alarak vergiyi savunuyor öte yanda (hiç yakıştıramadım) yazarı çoktan vefat etmiş bir kitabı yerden yere vurarak, yargısız infaz yapıyor. 1951 yılında yayımlanan kitabın adı Varlık Vergisi Faciası idi. Yazarı ise Maliyeci Cahit Kayra’nı meslektaşı ve üstadı Faik Ökte.
Toparlarsak… Varlık Vergisi; 2. Dünya Savaşı ortamında bunalmış, aldığı ve de almadığı ekonomik kararlar nedeniyle bir yanda 10 Kasım 1938’de kilosu 30 kuruş olan şekerin fiyatını 500 kuruşa çıkaran öte yanda Varlık Vergisi kanunu ile insanları taş ocaklarına süren bir hükümetin, artıları ve eksileri ile bakıldığında, yanlış bir uygulaması. Bu uygulamayı inatla savunmak ve Faik Ökte’yi 1951’de yayımlanan kitabı yazmakla suçlamak bence çok yanlış.
Ama www.durde.org konuşmacısı Rıdvan Akar’ın yaptığı gibi Varlık Vergisini “Azınlık Karşıtı Politika” ya da Dilek Güven gibi 6 Eylül Olayları’nı POGROM, dolayısı ile Menderes’i POGROMCU ilan etmek de, bence İNSANLIK SUÇU.
6 Eylül Olayları’nı, Londra’daki Kıbrıs Konferansının, sonuç bildirisi yayımlanamadan, dağılması için Yunan Derin Devleti tertiplemiştir. Tahrip ve talan olaylarına katılanlar ise T.C. vatandaşlarıdır. Gözleri dönmüş, Beyoğlu Caddesi dükkanlarına saldırmışlardır. Katliam matliam olmamış ve ASKER, 4 saat gecikmeli olarak, saat 24:00’de duruma hakim olmuştur.
Olayları en doğru, o tarihte İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı (daha sonra Ecevit’in Milli Eğitim Bakanı) olan, Necdet Uğur açıklamıştır: “6-7 Eylül bir yağma ve tahrip için yapılmış gösteri değildir. Devlet güçlerinin de ihmali söz konusu değildir. Olay bir ulusal tepki olarak başlamıştır, sonradan tahrip ve yağmaya dönüşmüştür.
Bayar ve Menderes mağdurların sorunları ile ilgilenmeye 7 Eylül sabahı başlamışlardı! Türkiye’nin dış düşmana ihtiyacı yoktur. İçerisi zaten çeşit çeşit düşmanla kaynıyor.

FATİN RÜŞTÜ ZORLU VE BEHİÇ ERKİN; Behiç Erkin’in Zorlu hakkında 1941 yılında yazdığı takdirname:

FATİN RÜŞTÜ ZORLU VE BEHİÇ ERKİN
Behiç Erkin’in Zorlu hakkında 1941 yılında yazdığı takdirname:
“T.C. Paris Büyükelçiliği                                                                         Vichy 21 Ağustos 1941
“Bay Şükrü Saraçoğlu, Sayın Hariciye Vekili
“Merkeze nakil buyurulan Paris Büyükelçiliği Başkatibi Fatin Rüştü ZORLU’nun iki seneden beri refakatimde gösterdiği liyakat ve çalışkanlık vasıflarını ve bilhassa istihbarat hususundaki hizmetlerini yüksek katlarına arz etmeği bir vecibe telakki eyler ve tasvibi devletlerine ikran ettiği (İlgilenmeniz durumunda) halde kendisinin bir takdirname ile taltifini derin hürmetlerimle arz ve rica eylerim.” Paris Büyükelçisi Behiç Erkin
Behiç Erkin’in, hangi tarihte yazdığı bilinmeyen, Türk Tarih Kurumu’nun 2010 yılında yayımladığı Hatırat’ında Zorlu hakkında yazdıkları:
“Başkatip Fatin Zorlu iyi bir iş arkadaşı olmakla beraber, o da benim gibi Fransa’nın acemisi olduktan başka, kendisinde sezdiğim bir kanaat vardı. “Ankara’dakiler işleri idare edemiyorlar; çünkü kayınpederi Tevfik Rüştü Aras Dışişleri Bakanı değildir” Bu sebeple, kendi kendine, Ankara’ya akıl öğretir şekilde raporlar yazar, getirir, okur; fakat bunların hiç birisini kabul edip göndermezdim; beyhude ısrar edip dururdu.”   
Zorlu’nun 21 Ağustos 1958 tarihinde Meclis’te yaptığı bir konuşmada Behiç Erkin’inin adı geçmiştir. Meclis zabıtlarından alıntı:
“İkinci Dünya Harbinden bahsedin, diyorlar. Harp daha başlamadan Arnavutluk hâdiseleri karşısında müşterek beyannameyi imzalatan İnönü değil mi?
“İkinci Dünya Harbinde Hariciye Vekilini haftalarca Sovyet Rusya'da bekleten ve ittifak peşinde koşturtan ve sonra, harbin bidayetinde hiç bir cephe ve kuvvet muvazenesi belli olmadan ittifak anlaşmasını imzalattıran İnönü değil mi?
“Almanlar Fransa'ya girmek üzere iken mebuslarımızın eline «harbe gireceğiz» diye nutuklar gönderen ve Paris Büyükelçiliğimizden, bu naçiz arkadaşınızın elde ettiği bir malûmata istinaden, pek muhterem Behiç Erkin'in Fransızların Almanlarla mütareke yapmaya çalıştıklarını bildiren bir telgrafı üzerine son anda harbe girmekten vazgeçen İnönü değil midir? Nelerden bahsediyorsunuz?”
Behiç Erkin’in Hatırat’ında 12 Haziran 1940 günü hakkında yazdıkları:
“12 Haziran günü şehre inmiş olan Başkatip Fatin Zorlu, telaşla gelerek şehirde mütarekeden bahsedildiğini söyledi. Kendisini hemen Dışişleri Bakanlığına malumat almak için gönderdim. Bir müddet sonra ben de gittim. Sarih bir şey alamadık.”
Behiç Erkin’in, Zorlu’nun Meclis’te yaptığı açıklama ile ilgili Hatırat’ında yazdıkları:
“Bu beyanatta bahsedilen ve Sayın İsmet İnönü’nün harbe gireceğiz diye nutuklar gönderdiğini ifade eden kısmın mahiyetini bilmediğim gibi, benim telgrafım üzerine İnönü’nün son anda harbe girmekten vazgeçtiğinden de malumattar değilim. Bu husustaki tafsilat Fransa hatıralarının 1940 senesi Tours şehrinde bulunduğumuz zamana ait kısmında yazılmış olduğundan burada tekrar etmek istemiyorum… Fatin Rüştü Zorlu’nun bu işteki hizmeti, yalnız Tours şehrinden şatomuza geldiği şehirde mütareke dedikodusu duyduğunu bana bildirmesinden ibarettir. Fatin R. Zorlu’nun ‘benim telgrafım’ diye bahsettiği telgrafın mahiyeti budur.”
SONSÖZ: Tek bir Zorlu vardı. İdama giderken dahi daha önce ne dedi ise değiştirmedi. Behiç Erkin’in ise yukarıda görüldüğü gibi düşünceleri çok değişebiliyormuş. Yine de Hatırat ilgi çekici anekdotlar içeriyor. Ancak Zorlu örneğinde görüldüğü gibi yanıltıcı da olabiliyor. 
***   
Sevin Zorlu anlatmıştı: 21 Ağustos 1958 günü Fatin Rüştü ZORLU kürsüden inerken İnönü’ye yakın bir CHP milletvekili eliyle “senin kafanı keseceğiz” işareti yapmış.
Ekli yazı insanı insanlığından utandıracak bir örnek. (Mehmet Arif Demirer, 10.09.2014)

11 Eylül 2014 Perşembe

6-7 ve 9 EYLÜLLERİ DESTEKLİYORUM !..

6-7 ve 9 EYLÜLLERİ DESTEKLİYORUM !..

Türkiye’de ihanetin epey mesafe aldığı ve yaratmaya çalıştığı algı ile de Türkleri mücadeleden düşürmek hedefi taşıdığı çok aşikardır.
Bunun en sonuncusu ise 6 – 7 Eylül 1955 tarihinde yaşanan olaylarla ilgilidir. 6 – 7 Eylül olayları, “Türkiyeli Medya” bile olmayı başaramayan ve bence adı “Kahpe Medya” olan oluşumlar tarafından; vahşet dolu karanlık günler olarak lanse edilmektedir.
Tıpkı Türk Milleti adına önemli görevler üstlenen ve kahramanlıklar yapan Muğlalı Mustafa Paşa, Nurettin Paşa, Engin Alan’ların akıl karıştırarak vicdanlarda mahkum edilmek istenmesi gibi... Bunlara heykel yıkma ve kışlalardan isim silmeyi de ekleyebilirsiniz.
Siz 6 – 7 Eylül’e laf söyleyenler, gelin isterseniz tarih ile bir yüzleşelim!
29 Ocak 1988’te Batı Trakya Türklerinin başına gelenleri bilmiyormusunuz? Yunanistan’da Türklerin mal ve mülklerinin bu tarihte talan edildiğinden haberiniz yok mu? Bartholomeos’un muadili ve Batı Trakya Türklerinin başındaki adam; rahmetli İskeçe Müftüsü Mehmet Emin Aga’nın öldüresiye dövüldüğü ve aylarca Türkiye’de tedavi gördüğü arşivlerinizde yok mu? Ya Dr. Sadık Ahmet’in düzmece bir trafik kazası ile şehit edilişi kitabınız da yazmıyormu?
Yunanistan’da Türk çocuklarının okuduğu okulların kapatıldığını, Müslüman Türklere ait gayrimenkullere ve vakıf mallarına uyduruk kamulaştırma kararları ile el konulduğunu, Türklerin Yunanistan’da traktör ve bisiklet ehliyeti bile alamadığını, evlerinin akan damlarını onaramadıklarını, Müslüman Türk kadınlarının başlarına bir şey gelir korkusu ile kolay kolay sokağa yalnız başına çıkamadıklarını, Rodoplardaki Türk köylerinin 30 yıl boyunca yaşamdan tecrit edildiğini hiç duymadınız mı?
Hastaneye düşen Türklere, hipokrat yemini etmiş doktorlar tarafından “pis Türkler halen defolup gitmediniz mi? Adınızı ve dininizi değiştirmediniz mi?” diye benzer sorular sorularak işkence edildiğini işitmediniz mi?
Rodos ve İstanköy başta olmak üzere Ege’deki Türk Adalarında katledilen, kaçırtılan ve asimile edilen Türkleri duymadınız mı?
Kıbrıs’taki “Kanlı Noel” bir vahşet gecesi değil mi? Bir otobüs Türk’ün kaçırılarak öldürüldüğü yeni ortaya çıktı, dünyayı ayağa kaldıracak bu katliamı haber yaptınız mı? Ya bütün erkekleri katledilen ve dede ile torunun toplu mezarda koyun koyuna yattığı “Dullar Köyü”nü gündeme getirdiniz ve belgeseller yaptınız mı? Bulgaristan’da anasının kucağında Bulgar mermisi ile katledilen “Türkan Bebek”e içiniz hiç kahroldumu?
Van Akdamar Adası’nda Ermenilerin gönlünü almak için açtığınız kilisenin etrafında Müslüman Türk kızlarının önce namuslarının kirletilerek ve sonrasında Van Gönlüne atılarak canlarından olduğunu yazdınız mı?
Irak ve Suriye’de Türkmenlerin başına gelenleri, Azerbaycan’ın topraklarının % 20’sinin Ermeni işgali altında olduğunu, Hocalı Soykırımını, Bulgarların yaptığını, Sırpların Türk olarak gördükleri Boşnakları soykırıma tabi tutmalarını; hakkıyla ne zaman anlattınız? Sözde Ermeni soykırımını adeta destanlaştırırken Balkanlardaki Türk soykırımına neden sessiz kaldınız? Daha çok soru sorar ve olaylar yazarım.
 Sizde cevapları yoktur bu soruların! Eğer siz Türkleri bu olaylarla tartarsanız, Türklerin mağduriyeti ve mazlumiyeti terazinin kefesini yerden kaldırmaz.
6 – 7 Eylül’e vahşet gecesi  derseniz, yazdıklarımızdan anlaşılacağı üzere Türklerin başına gelenler nedir o zaman?
Yunan’ın Anadolu’da ne işi var? Türk devletinin tebası olan Rum’un ve Ermeni’nin ihaneti neden?
İhaneti ve işgali haklı göstermek de neyin nesi? Sen Türk’ü aptal, kendini de çok akıllı mı zannedersin?
6 – 7 Eylül olayları diyerek Türk’e her cepheden vur ama 9 Eylül’de işgali sona erdiren ve Yunan’ı, İngiliz’i, Amerika’yı kovan Türk Ordusu’ndan ve Atatürk’ten bir kelime etme! Öylemi?
Ben 9 Eylül’de İzmir’e giren Türk Ordusu’na ve onun eşsiz kumandanı Büyük Atatürk’e, unutulmaz hizmetleri olan Nurettin Paşa, Muğlalı Mustafa Paşa, Kaymakam Kemal Bey ve Engin Alan gibi değerli insanlarımıza ve 6 – 7 Eylül’de; Türk’e yapılan düşmanlık ve ihanete, devlet olmanın gereği olarak “misliyle mukabele edenlere” de sonsuz teşekkürlerimi ve saygılarımı sunuyor, verilen karşılığı da destekliyorum!
 **
Özcan PEHLİVANOĞLU
ozcanpehlivanoglu@yahoo.com