27 Mayıs 2015 Çarşamba

27 MAYIS’TA ÖNCE MİLLİ İRADE ve HUKUK KATLEDİLMİŞTİR…

27 MAYIS’TA (ÖNCELİKLE) MİLLİ İRADE 
ve HUKUK KATLEDİLMİŞTİR…

1946’da Demokratlar meşru bir kıyam hareketiyle “Yeter söz milletindir” diyerek çok partili siyasi hayatımızda yerlerini aldılar fakat açık oy, gizli sayım yaptırarak oy hırsızlığı ile aldıkları gayr-i meşru yetkiyle devleti idare edenler, geç bulup tez kaybettiğimiz Adnan Menderes’e yol vermediler.
Şaibeli 1946 seçimlerinden sonra hakim güvencesi ve gizli oy uygulaması ile yapılan 14 Mayıs 1950 genel seçimlerinde yılların tek partisi olan CHP iktidardan, 3 Eylül 1950 Mahalli Seçimlerindeyse muhalefetten tasfiye edilmiştir.
Ahmet Şerif BAYINDIR
ADNAN MENDERES
DEMOKRASİ PLÂTFORMU
BAŞKANI
Öncü Demokratlar; dört yıla varan destansı bir mücadele sonucu siyaset tarihimizin en büyük halk hareketi, emsalsiz bir efsanesi olan Beyaz İhtilâl’i başardılar.
14 Mayıs 1950’de doğrudan, aracısız, bağımsız ve bağlantısız olarak bizatihi millet tarafından iktidara getirildiler. Hükümet oldu, milletin sevgilisi, sessiz sözsüz halkın ve geniş kitlelerin sesi, sözü, aşı, aşkı, güneşi, ışığı ve ümidi oldu Demokratlar.
On yıllık iktidarları boyunca, uluslararası standartlara göre dünyada eşi emsali görülmemiş bir inkişaf, ilerleme, idame, ikame, sanayi, gelişme ve büyüme hareketine imza attılar. On yılda 100 yıla bedel muazzam bir kalkınma hareketini gerçekleştirdiler. Müzmin hale gelen işsizlik, açlık, yokluk, karne, kıtlık, hastalık; Halk Partisi’nin istibdat dönemi ve milli şeflik eseri olan cehalet ve sefaleti yendiler. Devlet hayatı ve millet hafızasından ısrarla silinmek istenen dini, milli, ilmi, tarihi ve kültürel değerleri ihya ettiler.
Siyaset anlayışlarını, yönetilenlerin hayat standartlarını yükseltmek ile temel hak ve hürriyetleri hayata geçirmek üzerine kuran demokratlar, devletin dayatmacılığının temelinde sivil ve askeri bürokrasinin olduğunu görmüşler, bunun yerine de daima milletin tercihlerini yerleştirme çabası içinde olmuşlardır.
Camilerin ahıra dönüştürüldüğü, Kur’an öğrenmenin ve Ezan-ı Muhammedi’nin yasaklandığı, cenazeler için kefenlik bezin bulunmadığı, jandarma dipçiği ile vergi toplandığı bir dönem kapanmış; kalkınan, zenginleşen, büyüyen, milli ve manevi değerleri sahiplenen; NATO, CENTO, Balkan Paktı, Kıbrıs davamızdaki başarıları ile dünyada saygın hale gelen Türkiye’nin varlığında, milletin kendilerine bir daha teveccüh etmeyeceğini anlayanlar, her türlü yalan iftira ve tezvirata başvurmuşlar, “Bu hassolar, memolar mı bizi idare edecek?” diye hazımsızlıkla kahrolmuşlardır.
27 Mayıs 1960’a giden süreç ise daha 1950’de başlamıştır. Cuntacılar hatıralarında bunu itiraf etmişlerdir. Bürokrasinin sivil ve askeri kanatlarıyla devletin üzerine konumlandığı bir gelenek açıkçası demokrasiye tahammül edememiştir.
“Şartlar tamam olduğunda milletler için ihtilal meşru bir haktır”, “Sizi ben bile kurtaramam” sözleri ile cuntacılara işaret fişeği atan İnönü, 1957 Seçimlerinden sonra artık seçimle iktidar olamayacağını anlamıştı. Sağına basını, soluna üniversiteyi alarak şiddetli muhalefet ve gerilim politikaları ile cuntacıların işini hayli kolaylaştırmıştır.
27 Mayıs’ın cunta lideri İsmet Paşa’ya koşup giderek “Paşam emirleriniz bizim için Peygamber buyruğudur.” demiştir. Paşa’ya sorulduğunda ise “Ne içindeyim, ne dışındayım.” diyebilmiştir. Balkona çıkıp neşeden dört köşe olmuş halde davul dövdüren bir avuç şakşakçıyı gülerek selamlayabilmiştir. Dileriz ki bundan böyle balkonlardan hep milli irade zaferleri kutlansın.
Tarihimizin en büyük yalan furyası sonucu milletimize yapılan bir suikast olan 27 Mayıs darbesi ile tekrar “Millet devlet içindir” anlayışına dönülmüştür. Hırçın CHP ile cunta el ele verip “Ordu millet el ele” kuyruklu yalanını yaymışlardır. Anayasayı ortadan kaldıranlar, anayasayı ihlal etmekten darağaçları kurmuşlar, milletin kahir ekseriyeti yas tutarken bir de “Anayasa Bayramı” kutlamışlardır.
28 Mayıs sabahı ne yapacaklarını bilmeyen cuntacılara üniversite ve hukuk çevrelerinden bazı postal yalayıcılar akıl hocalığı yapıvermişlerdir. 27 Mayıs 1960’dan 17 Eylül 1961’e dek ülkemizde ne meşruiyet ne Demokratlara yüklenebilecek bir suç, ne hukuk, ne adalet, ne mahkeme ve ne de cezaların geçerliliği söz konusudur.
Aziz Menderes’in idamının tek sebebi: “Tekrar iktidar olur” korkusudur. Ebedi ve Abide Başvekilimiz rahmetli Adnan Menderes’in uğradığı akıbet milletimizin ruhunda ve şuurunda kapanmayan derin yaralar açmıştır. Aziz milletimizden, hususan aydınlarımızdan mühim bir istirhamımız, Adnan Menderes ve arkadaşlarından söz ederken “Demokrasi Şehidi” diye bir tabirden özenle kaçınmalarıdır. Adnan Menderes ve arkadaşları gerçek anlamda birer “şehid”tirler.
Ahmet Şerif BAYINDIR
ADNAN MENDERES
DEMOKRASİ PLÂTFORMU
BAŞKANI
Bugün bizim amacımız; 1960’larla ruhları karartmak değil, 1950’lerle Menderes’in güler yüzünü ve Türkiye’nin aydınlık geleceği ile ilgili ısrarlı ümidini canlı tutabilmektir.
Ayrıca 27 Mayıs 1960 ve takip eden artçılarının yerleştirdiği Anayasa’nın sivillerce yapılamayacağı anlayışının bugün bile elbirlik sürdürüldüğünü görmek bizleri ziyadesiyle üzse de Anayasa da değişecektir, büyük ihtimalle Başkanlık sistemine de geçilecektir. Devletin nitelikleri korunacak fakat hür ve demokrat Türkiye’ye mutlak surette ulaşılacaktır.
Menderes devrinde demokraside çırak, Özal zamanında kalfa olan milletimizin şimdi Erdoğan döneminde artık bir usta olduğunu görmekten de sevinç duyuyoruz. Şanlı Demokratların günümüzdeki devamı olan Hükümetimizi ve Milletin Adamı Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı Aziz Menderes’in akıbetiyle tehdit edenler 7 Haziran seçimlerinde milletimizden okkalı bir Osmanlı tokadı daha yiyeceklerdir.
Adnan Menderes Demokrasi Platformu olarak yeni nesillere gerçekleri aktarmak, onları demokrasi konusunda bilinçli kılmak için çabalarımızı sürdürecek; vesayetçi, cuntacı, darbeci zihniyetin günümüzdeki uzantılarının oyunlarının farkına varmaları için önemli bir laboratuvar olan 1946-1960 dönemini gündemde tutmaya devam edeceğiz.
Ahmet Şerif BAYINDIR
Adnan Menderes Demokrasi Platformu
Yönetim Kurulu Başkanı

14 Mayıs 2015 Perşembe

14 MAYIS BEYAZ DEVRİM; NACİ AKIN - MANİSA OLAY GAZETESİ

14 MAYIS BEYAZ DEVRİM
İkinci Dünya Savaşı sona ermiş, demokrasi cephesi savaştan galip ayrılmıştı. Tüm dünyada sevinçle karşılanan bu mutlu son Türkiye’de de yankı bulmuştu. 8 Mayıs 1945 günü Almanya’nın koşulsuz teslim olmasıyla o gün Avrupa’da savaş son bulmuş ve bayram ilan edilmişti. İstanbul Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi olan babam, o gün akşam İktisat Fakültesi Kütüphanesinde kardeşlerine yazdığı mektupta, karşısında duran Beyazıt Kulesinin ışıl, ışıl aydınlatıldığını, cadde ve sokakların bayraklarla donatıldığını, halkın ve özellikle de üniversite gençliğinin bayram yaptığını yazıyordu. O gece yurdun dört bir yanından İstanbul’a okumaya gelen öğrenciler halkla bütünleşerek sabaha kadar sokaklardaki eğlencelere katılmışlar, hür dünyanın zaferini coşkuyla karşılamışlardı.
Bu olay Türkiye’de de demokrasi, eşitlik, adalet taleplerinin artmasına neden olmuş temel hak ve hürriyetlerin sonuna kadar kullanılması ve çok partili demokrasiye geçilmesinin de önünü açmıştı. Türkiye hür dünyayla bütünleşme adına geri dönülemez bir yola girmiş ve Milli Şeflik rejimi de bu talepleri göz ardı edemez noktaya gelmişti. 1945 yılının sonlarına doğru Atatürk’ün son Başvekili Celal Bayar, Aydın Mebusu Adnan Menderes, Prof.Dr. Fuat Köprülü ve İçel(Mersin) Mebusu Refik Koraltan CHP gurubuna verdikleri tarihi “Dörtlü Takrir” ile bu talepleri resmileştirmişler ve yeni bir tartışma açmışlardı. Milli Şef İnönü CHP içinde muhalefet olmaz diyerek, önergenin gurupta reddedilmesini sağlamış, ancak “çok istiyorlarsa ayrı bir parti kursunlar” diyerek de önlerini açmış ve bir bakıma yol göstermişti.
7 Ocak 1946 günü bu dörtlünün önderliğinde Demokrat Parti kurularak halka bir umut ışığı gibi doğdu. Kısa sürede yurt sathına yayılan DP, iktidarı da endişelendiriyor, iktidarlarının gün be gün altlarından kayıp gittiği gerçeği gün gibi ortaya çıkıyordu. Umulmadık bir biçimde büyüyen ve halkta karşılığını bulan DP’nin bu hızlı çıkışı, iktidarı seçimleri öne çekmeye ve seçim hilelerine başvurmaya sevk etti. Nitekim 21 Temmuz 1946 seçimleri, açık oy, gizli tasnif gibi anti demokratik yöntemlerle gerçekleşti, CHP il başkanı, ilçe başkanı konumundaki Vali ve Kaymakamlarla, jandarma baskısı altında çalışan seçim kurulları sonuçları tersine çevirerek erken gelecek bir baharın önünü kesti.
14 Mayıs 1950’ye gelindiğinde ise seçim hukuku değişmiş, gizli oy açık tasnif usulüne dönülmüş, Valilerin baskıları nispeten azalmış, 1946 seçimlerindeki usulsüzlük ve hilelerden dolayı Batıya karşı mahcup olan, itibarı zedelenen iktidarın da yapacak bir şeyi kalmamıştı. Sonunda 14 Mayıs 1950 günü Türkiye’de kansız, darbesiz, hilesiz, serbest seçimlerle iktidar el değiştirmiştir. Kuşkusuz bu Demokrat Partiden çok halkın zaferidir. Ülkede ilk defa halk kendi kaderini, kendisi tayin edecek iradeyi  ortaya koymuş ve baskı rejimine dur demiştir.
Tarafsız gözlemciler, bilim adamları ve araştırmacılar 14 Mayıs’ı sadece siyasi bir olay olarak değil, sosyolojik bir vaka ve siyasal iletişimin başarılı bir tezahürü olarak değerlendirirler. Onlara göre 14 Mayıs halkın oligarşik diktaya başkaldırısı, kendi hak ve hürriyetlerine sahip çıkması, tebaa olmaktan çıkıp eşit yurttaş olma yolunda adım atması ve 4 yıl önce gasp edilen kutsal oyunun namusunu koruma hadisesidir. Böylelikle halk kendi iradesiyle kendisini yönetenleri seçmiş, egemenliğin kayıtsız ve şartsız millete ait olduğunu da tüm dünyaya göstermiştir. O gün DP sadece siyasi rakibi CHP ile değil, Cumhurbaşkanı Milli Şef İsmet İnönü ve Devletin tüm kudreti ve kurumlarıyla da yarışmıştır. Sonunda halk galip gelmiş, milletin gücünün her şeye kadir olduğu anlaşılmıştır. Bu bir devrimdir, halk iradesinin beyaz devrimidir.
Beyaz devrimin 65. Yılını kutladığımız bugün maalesef oligarşinin yeniden hortlamakta olduğunu, milli şeflik, tek adamlık heveslerinin yeniden arttığını, vesayet rejiminin şekil değiştirerek yeniden varlığını korumaya çalıştığını, yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğünün yok edilmeye çalışıldığı kuşkularının var olduğunu, hürriyet, adalet, eşitlik ve demokrasi ilkelerinin zedelendiğini üzülerek gözlemliyoruz. Anayasanın tarafsızlık ve eşitlik ilkesinin alenen ihlal edildiği, Devlet gücünün tek taraflı kullanılmaya çalışıldığı, yargı, medya ve sivil toplum üzerinde baskıların arttığı bir seçim döneminden geçtiğimiz konuşulur hale geldi. Bugün bunlar konuşuluyorsa Türkiye’nin yeni bir 14 Mayısa ihtiyacı vardır, aziz milletimizin sağduyusunun bunu gerçekleştireceğine olan inancımız tamdır.
Kalın sağlıcakla.

13 Mayıs 2015 Çarşamba

ADNAN MENDERES ÖZEL PROGRAMLA ANILDI; Adnan Menderes Platformu & Küçükçekmece Belediyesi

ADNAN MENDERES ÖZEL PROGRAMLA ANILDI
Adnan Menderes Demokrasi Platformu ile Küçükçekmece Belediyesi'nin ortaklaşa düzenlediği özel programla Adnan Menderes 14 Mayıs 1950'nin yıldönümü münasebetiyle anıldı.
FOTOĞRAFLARLA ADNAN MENDERES SERGİSİ
Sefaköy Kültür Merkezinde önce "Fotoğraflarla Adnan Menderes" sergisi açıldı. Kokteyli takiben Admender tarafından hazırlanan "Menderes'ten Erdoğan'a Milli İrade ve Demokrasi Mücadelesi" Belgeseli izlendi.
O ZEYBEK ŞİİRİ SESLENDİRİLDİ
Ak Parti Kayseri Milletvekili Prof. Dr. Pelin Gündeş Bakır'ın konuyla ilgili verdiği konferanstan sonra, Üstad Necip Fazıl'ın Menderes için yazdığı "O Zeybek" şiiri seslendirildi.
DEMOKRASİ ÇINARI PLÂKETLERİ
Programın sonunda "Demokrasi Çınarı" plaketleri sahiplerine takdim edilerek konuklara Adnan Menderes Demokrasi Platformu dergisinin son sayısı armağan edildi.
14 MAYIS BİZİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ”
Bugün çok önemli bir tarih yıl dönümümde bulunuyoruz. Rahmetli demokrasi şehidimiz Adnan Menderes 14 Mayıs’ın her zaman kendisinden sonrada anılmasını istemiştir’’ diye konuşan AK Parti Kayseri Milletvekili Prof. Dr. Pelin Gündeş Bakır.; “14 Mayıs’ın önemi 19 Mayıs 1950'de Türkiye çok partili demokratik bir sisteme geçti bir demokrasi devrimi gerçekleşti ve artık ''Yeter Söz Milletindir'' diyerek millet iktidara geldi. Milli irade Türkiye'yi yönetmeye başladı. İşte o yüzden de 14 Mayıs 1950 bu kadar önemlidir ve bu kadar anılmaya değerdir'' dedi.
“RAHMETLE VE MİNNETLE ANIYORUZ”
Küçükçekmece Belediye Başkanı Temel Karadeniz ise ''Adnan Menderes'in bir demokrasi şehidi olduğunu çok iyi biliyoruz. Rabbim mekanını cennet etsin. Mutlaka hepimiz gibi onunda kusurları hataları günahları olabilir ancak biz kendisinin bir mümin olduğuna dinini, diyanetini peygamberini seven bir başbakan olduğuna inanıyoruz. Çünkü ortaya koymuş olduğu o mücadele bugün ülkemize bir rahmet yağmuru olarak dört bir yana saçılıyor. Bu belki  tek başına basit gibi gözükebilir ama ezanlarımızın korunmasının ülkemizde aslında namusumuzu korumak gibi bir şey olduğunu da lütfen unutmayalım. Kendisini de rahmetle, şükranla, minnetle bir kez daha anıyorum'' diye konuştu. 
"14 MAYIS 1950 AK DEVRİMDİR"
Adnan Menderes Demokrasi Platformu Başkanı Ahmet Şerif Bayındır ise " 'Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olması' prensibi bundan 65 yıl önce 14 Mayıs 1950'de sandıktan, milletin hür iradesiyle kansız kavgasız bir şekilde hayata geçirilmiştir.
BİR DEMOKRAT ŞAHLANIŞ
Bu demokrat şahlanış Milli Mücadeleden sonra yaşanmış en muhteşem halk hareketinin siyasi zemini ve adıdır. Bir Ak devrimdir. Demokrasinin doğum günüdür.
Bugün yeni kuşaklarımıza Menderes-Erdoğan çizgisinin çok iyi anlatılması zarureti vardır. Ulu Hakan'a, Gazi'ye, Menderes'e yapılanların bugün de Erdoğan'a yapılmak istendiği hepimizin malumudur. Fakat ustalık dönemini yaşayan milletimiz bu çetelere eyvallah etmiyor, etmeyecektir.
GELENEKTEN GELECEĞE “MENDERES’İN HATIRASI”
Aziz Milletimiz her zeminde Menderes'lerin hatırasını yaşatan geleneğe destek vermeye devam edecektir." şeklinde konuştu. 
AHMET ŞERİF BAYINDIR "TEŞEKKÜR PLÂKETLERİ" VERDİ...
Sergi sonunda Adnan Menderes Demokrasi Platformu Yönetim Kurulu Başkanı Bayındır, AK Parti Kayseri Milletvekili Prof. Dr. Pelin Gündeş Bakır'a ve Küçükçekmece Belediye Başkanı Temel Karadeniz'e teşekkür ederek plâket verdi. Karadeniz ise Prof. Dr. Pelin Gündeş Bakır'a çiçek takdim etti.

2 Mayıs 2015 Cumartesi

TRAJİK BİR HİKAYE "Menderes’le ilk karşılaşma ve Londra’daki uçak kazası" Av Ertuğrul MAT

14. Dönem Bursa Milletvekili
Av. Ertuğrul MAT
TRAJİK BİR HİKAYE
Menderes’le ilk karşılaşma ve Londra’daki uçak kazası
Ertuğrul MAT
17 Şubat 1959 tarihinde Londra’da Kıbrıs konusunda nihai anlaşma imzalanacaktı. İstanbul’a gelen Yavuz ve Erol’la İstanbul Vilayeti’ ne gittik. Menderes oradaydı. Yanında İstanbul Valisi Ethem Yetkiner ve İstanbul Belediye Başkanı Kemal Aygün vardı.
Özel Kalem Müdürü Muzaffer Ersü’ yü görüp, Başbakan’la görüşmek istediğimizi söyledik. Ersü Ankara’dan Yavuz’u tanıyordu. Menderes’in yanına girdi ve “Gençler size hayırlı yolculuklar dilemek istiyorlar” diye arz edip, biraz sonra üçümüzü Menderes’in yanına götürdü.
Ben ve Erol, Menderes’le ilk defa karşılaşıyorduk.
Çok heyecanlıydık.
Menderes bizi ayakta karşılamış,, ellerimizi sıkıp yer göstermiş, hatta masanın kenarından iskemle çekip oturmamıza yardım etmişti. Nezaketi, bizi adeta büyülemişti..
Yavuz İstanbul’a gelmeden Ankara’da bir basın toplantısı yapmış ve üniversite gençliğinin hükümetin başarısını alkışladığını söylemişti. Bunu bilen Menderes, bize gençlere iltifat edip, çay ikram etmişti.
Yavuz, bu sırada daha önceden planlamadığımız bir şey yaptı. Büyük bir rahatlıkla, “Beyefendi, yarın bizi de Londra’ya götürseniz, dosta düşmana üniversite gençliğinin size desteğini gösterseniz olmaz mı?” demiş, bu talep Menderes’in de hoşuna gitmişti..
Melih Esenbel’in hayatımızdaki rolü ve Londra’daki uçak kazası
Menderes, zile basmış ve içeriye giren Muzaffer Ersü’ye, “Melih Bey’e söyleyiniz gençler de bizimle Londra’ya gelecek, gereğini yapsın” demişti..
O zamanlar Avrupa’ya gitmek, gençler için bir hayaldi. Belli etmemeye çalışıyorduk, ama sevinçten havaya uçacak gibiydik. Avrupa’ya gitmek, hem de Menderes’le. Bu hayallerin bile ötesindeydi. Biraz sonra, içeriye uzunca boylu, gözlüklü şık giyimli bir bey girdi. Gelen Hariciye Vekâleti Genel Sekreteri Melih Esenbel’di.
“Beyefendi, gençleri de götürmemiz konusunda emir buyurmuşsunuz. Heyette bulunanların listesi bütün taraflara tebliğ edildi. Bu ilaveler, bazı tereddütlere sebebiyet verebilir. Müsaade buyurursanız, bir ay sonra bir harp gemisiyle İspanya’ya gideceğiz, gençleri o zaman götürelim” dedi.
Günün şartlarına göre, makul bir itirazdı ve Londra hayalimiz İspanya hayaline dönüşmüştü.
Menderes’in yanından ayrıldık, Vilayet binasından Cağaloğlu’na çıkışın hemen solundaki ilk binanın altındaki Fettah’ın esnaf lokantasına oturduk. Tabii, konu Melih Esenbel’di ve doğrusunu isterseniz, kendisinden pek saygılı bir üslupla bahsetmiyorduk.. Ertesi sabah, Özdemir Evliyazade ile birlikte Yeşilköy Hava Meydanı’na gidip Menderes’i uğurladık. Sonra, öğle yemeğini yiyip, Erolların evine gittik.
Eve gelip radyoyu açtığımızda, haberlerden, Menderes’in uçağının Londra Havaalanı’na iniş yaparken sis yüzünden düştüğünü, 35 kişilik heyetten 15 kişinin öldüğünü öğrendik. Ölenler arasında, Devlet Bakanı Server Somuncuoğlu, Eskişehir Milletvekili Kemal Zeytinoğlu, Sakarya Milletvekili Rıfat Kadıoğlu, meşhur gazeteci Nimet Arzık’ ın eşi ve Anadolu Ajansı Genel Müdürü Şerif Arzık , Menderes’in Özel Kalem Müdürü Muzaffer Ersü ve Türk Hava Yolları Genel Müdürü Abdullah Parla da vardı.
Menderes kazayı ufak tefek sıyrıklarla atlatmıştı: Çanakkale Milletvekili Emin Kalafat da sağ kurtulmuştu ama vücudunda kırılmamış kemik kalmamıştı. Menderes bir ağacın altına oturmuştu. O civarda bulunan “Newgate-Chaffold çiftliği” çalışanlarından Bailey koşup kaza mahalline gelmişti. Ayağa kalkan Menderes’in kendisine “I am the prime minister of Turkey” (Ben Türkiye Başvekiliyim) demesi ertesi günkü bütün dünya gazetelerinde yer almıştı.
Erol’un evinde radyodan bu haberi duyunca şoka girdik. Erol günlerce,bu şoku atlatmak için, sakinleştirici ilaç alacaktı.. “Bizi de götürseydi, mutlaka önde oturacak ve ölecektik.” Diye tekrarlayıp duruyor ve ”O gün Melih Esenbel için neler söylemiştik. Artık, Melih Bey’i manevi pederimizdir.” Diye ilave ediyordu..
Londra’daki uçak kazasından 18 yıl sonra Washington Büyükelçisi Melih Esenbel tatilini geçirmek ve istişarelerde bulunmak için Ankara’ya gelince, Ereğli Demir Çelik yönetim kurulu, Amerikan bankalarından büyük bir kredi almalarına yardımcı olan Melih Bey şerefine büyük bir kokteyl tertip etmişti.
Ben de, milletvekili seçilmiş,1966/1968 yılları arasında Erdemir’de murakıplık yaptığım için, ben de kokteyle davet edilmiştim… Kokteylde, sohbet imkânı bulduğumuz zaman, Melih Bey’e Londra uçak kazasından bir gün evvel İstanbul Vilayeti’nde yaşanan olayı hatırlatınca, ikimizin de gözleri buğulanmıştı..
Menderes uçak kazasından sonra, 22 Şubat 1959 da Türkiye’ye dönmüş, yer yerinden oynamıştı. Sanki bütün Türkiye İstanbul’a gelip, şimdi E-5 denilen yolun iki tarafını Topkapı’dan Yeşilköy Hava Meydanı’na kadar doldurmuştu. Erol, Yavuz ve Eyüp’le birlikte Yeşilköy’e koşmuş; ama kalabalıktan apron’a girememiştik.
Ertesi gün İstanbul Kulüp’te Özdemir Evliyazade, “Biliyor musunuz, dayım beni Yeşilköy’de görür görmez, ‘İyi ki çocukları götürmemişiz, ölümlerine sebep olacaktık’ dedi. ‘Nerelerde?’ diye sizi sorunca ‘Buradaydılar, ama kalabalığı yarıp size ulaşamadılar’ cevabını verdim” demişti..
Bu Özdemir Evliyazade,27 Mayıs ihtilalinden sonra, kendisini kurtarmak için, Yassıada’da dayısı aleyhine şahitlik yapmış, içimizi kanatmıştı. .Bunu duyunca, beraber çektirdiğimiz resimleri yırtmış, O’nu da ,hayatımızdan çıkarıp atmıştık..
Bir daha hiçbir araya gelmedik.
Kazadan sonra, Emin Kalafatoğlu aylarca Londra’da tedavi görmüş, hemen hemen vücudundaki bütün kırık kemikler platin çubuklarla birleştirilmişti. Uçak kazasından kurtulan Emin bey, Yassıada’da idama mahkûm olmaktan kurtulamamıştı..
İntihara teşebbüs eden Menderes hariç,14 idam mahkûmu, bir hücum bota bindirilmiş, hepsinin elleri arkadan kelepçelenmişti. Emin Kalafat, vücudundaki bütün kemikleri platinlerle takviye edilen bir insanın ellerinin arkasından bağlanmasının verdiği acıyla, “Bir an evvel assalar da bu acılardan kurtulsam” diye dua ederken.; Fatin Bey, Celal Bayar’ın sorusu üzerine Ortak Pazar’a dâhil olmanın faydalarını sanki bir üniversitede konferans verircesine anlatıyor; biraz ötede, hafız olan Agâh Erozan kısık bir sesle Kuran okuyordu…(Ankara, 29 Nisan 2014)