Hazreti Pir Mevlana Okyanusundan
Bir Damla
On birinci yüz yılın ortalarında yeni bir yurt bulmak için Orta Asya’dan
Anadolu’ya akanlar Türkistan’dan geçerken Ahmet Yesevi adlı gönül erinin hikmet
dolu sözlerini de beraberlerinde götürüyorlardı.
” Sünnet imiş, kâfir olsa, incitme
sen”
”Hüda bizardır, katı yürekli, gönül incitenden”
”Allah şahit, öyle kula hazırdır, siccin,”
”Bilginlerden duyup bu sözü söyledim işte.”
”Hüda bizardır, katı yürekli, gönül incitenden”
”Allah şahit, öyle kula hazırdır, siccin,”
”Bilginlerden duyup bu sözü söyledim işte.”
dizeleri Alperenler, Horasan
erleri, Abdallar ve ozanlarla Anadolunun ufkuna götü-rüldüler. Ve sonra ne
olduy-sa oldu son yıllar içinde in-sanın ebedi ve ezeli olan bu ilâhi yönü,
kendini dünyaya, insanlığa ait olan yöne teslim
etti. Ve yönetenlerin çokça önemli bir kısmı gönül kırmayı marifet sandılar. Şair Molla Caminin ”Pey-gamber değildi ama kitabı vardı.” diyerek yücelttiği Hazreti Pir Mevlâna Moğol istilasının taş taş üstüne bırakmadığı Konyaya göç ettiği zaman çaresizlik içinde kıvrananlar Tanrı-dan sadece huzur isti-yorlardı. Moğol istilası her güzel şeyi yakmış, gökler ağlıyor, toprak ölümlerle sarsılıyordu. Sevecenlik katledilmiş, Gönüller tarumar.
etti. Ve yönetenlerin çokça önemli bir kısmı gönül kırmayı marifet sandılar. Şair Molla Caminin ”Pey-gamber değildi ama kitabı vardı.” diyerek yücelttiği Hazreti Pir Mevlâna Moğol istilasının taş taş üstüne bırakmadığı Konyaya göç ettiği zaman çaresizlik içinde kıvrananlar Tanrı-dan sadece huzur isti-yorlardı. Moğol istilası her güzel şeyi yakmış, gökler ağlıyor, toprak ölümlerle sarsılıyordu. Sevecenlik katledilmiş, Gönüller tarumar.
ESKİMEYEN KARİKATÜRLER
Murat Yılmaz
Her evde, her bedende işkencelerin
ve ölümlerin acıları vardı. Umut-suzluk bir kara bulut gibi ahalinin üzerine
çökmüş. Böylesine elim ve muzdarip ortamda Mevlâna, Yunus Emre, Hacı Bektaşi
Veli birer Allah dostu olarak şifa kaynağı oldular. Bu gönül sultanlarından
Mevlâna evrene sığma-yacak kadar yüce bir varlıktır. Müjdeler veren bir ilâhi
ses bir yüce sevdadır. Mevlâna her şeyin insanda olduğunu ve evrenin insan için
var edildiğini söyleyen dildir. İster akıl gözüyle, ister gönül gözüyle bakıldığında
onun yolunun aşk ve ahlâk yolu olduğu anlaşılır. Bu aşk Tan-rısal bir buyruk
olup, yaradanın vasıflarındandır. Bir konuşmasında ”Efendi, bilmiş ol ki edep
insanın bedenindeki ruhtur. İnsan ile hayvan arasındaki fark edeptir.” diyen Mevlânayı bugün ziyarete gidenler, kabrinin girişinde ”EDEP YAHU” yu okumaktadır. İNSAN EDEPTİR. Ve ”unutmayalım ki Evrenden süzülüp gelen her insan ev-renin ruhuna sahiptir. Ve dünya mutlak varlığın
yansıması olup onun bütün güzelliklerini taşımaktadır.” buyuruyor.
Hazreti Pir taassubun hiçbir
şekline yakınlık duymamış olup yobazın karşısına di-kilmiş bir gönül
eğitimcisidir. Bir Allah dostu, bir hak aşığı olan Mevlâna bedenin dar
kalıplarından kurtulup ruhun sonsuzluğunda kanat çırpmayı yaşam kılmış bir hoş görü sultanı, bir insanlık
hazinesi, bir iyimserlik güneşi ve bir aşk okyanusu olarak zaman ve mekân
üstüdür. Sabrın tezgâhında şükür dokumuş bir alçak gönüllülük padişahı olarak
sevgiyi kıble, gönül mabedinde de kitabı insan kılmıştır. O bir sınırsız aşkın, bir kutsal inancın
semazeni olarak sazıyla, sözüyle musukisi ve şiiri ile mısra mısra, harf harf
tüm insanlara ilâhi vuslatı sunmuştur. Esasında ölümde yaşamayı, üzüntlerde
sevinci bulmayı öğütleyen bir sevda ateşi olarak bir sırrı ezel, bir sırrı
ebedi, bir hudutsuz mavera, bir ilâhi nurla nurlanmış bedir olarak ilâhi aşkın
denizinde şekerin suda eridiği gibi erimiş denizin kendisi olmuştur.
O aşka aşık olarak tekmil aşk,
tekmil inanç ve tekmil heyecandır. Hemen her sözü ciltler do-lusu hikmetleri
içeren Mevlâna ölmekle dirilmek, varlıkta yok olmak, yoklukta var olmak, hasret
içinde daima vuslatı yaşamak, bedenden cana, zamandan zamansızlığa yol bulmak
hep bu yücelten aşkla mümkündür. ”Aşksız olma ki ölü olmayasın… Aşkta öl ki
diri kala-sın. Ve bil ki aşk olmasaydı dünya donar kalırdı” sözleri onun aşkla
bütünleşmenin yaşamın şartı olduğunu anlatmaktadır. Ölümümden sonra me-zarımı
yerlerde aramayın ariflerin gönülleri bizim türbemizdir diyor…
Sema bir gösteri değildir. Ve eğer
siz bir semazense-niz ”hamdım, piştim, yandım Elhamdülilah” nidası
yüreklerinizde raks eder. Ve senden kurtul, hakkı bul ritmi gönlünüzde tahtını
kurar. Artık ruh kendini saran bedenden çıkmış sevda bahçelerinin ufkundadır…
Ve varoluşun kapısından,
”Can güzel, cana biçilen paha
güzel”
”Hasret hasret kavuşman allaha güzel”
”Gerçek yüce varlığınla yok olduğum”
”Ne yok ki bu varlıktan daha güzel”
”Hasret hasret kavuşman allaha güzel”
”Gerçek yüce varlığınla yok olduğum”
”Ne yok ki bu varlıktan daha güzel”
seslenişiyle girersiniz.
Söz buraya gelmişken onun şiir
dünyasında kısa bir gezintiyi birlikte yapalım.
”Fihi – mâ fih” adlı eserinde
”Horasanda yaşa-saydım orada şiir yazmak ve söylemek ayıp olduğu için sadece
vaaz vere-rek fikirlerimi söyleyecektim. Ama Anadolu insanının ve mü-ritlerimin
şiiri sevmesi sebebiyle şiir yazdım” demiştir.
Oğlu Sultan Veledin ”İbtidanâme”
adlı eserinden Mevlâ-nanın, Şemsin ölümünden son-ra kendini tamamı ile şiire
verdiğini öğreniyoruz. Şiirlerini her ortamda yıkanırken, gezerken, otururken
ve sema ederken kısacası her fırsatta Hüsamettin Çelebiye yazdırmıştır. Doğrusu
Mevlâna bir duygu, bir sevgi, bir sınırsız heyecan ve serapa aşk dolu bir gönül
eridir.
Bir konuşmasında ”Harfi, sözü ve
sesi birbirine vu-rup parçalayayım da bunlar olmaksızın seninle konuşayım”
derken hiçbir aracın, harf dahi olsa Allaha kendi arasına girmemesinin ilâhi
aşkıyla tutuşmuştur.
13’cü yüz yılda yazılmış
olmalarına karşın şiirleri çağımızın şiiri denecek kadar taze,diri ve
canlıdırlar. Evrensel nitelikleri ile dünyamızın çokça ülkesinde söylenmektedir.
Abartmadan söyleyebiliriz ki,
Mevlâna uluslar arası bir gönül şairidir. Nitekim ”Bir ayağım islâm
prensip-leri üzerinde, diğer ayağımla yetmiş iki milleti dolaşıyorum” demiştir.
Aynı çağda yaşayan Yunus Emre de ; ”Yetmiş iki millete ayni gözle bakarım”
sözlerinin sahibidir.
Bu her iki sözde TEVHİTTİR.
Yaradılanın, yaradandan ötürü sevilişidir. Benlik duyguları yok olmuş, egoları
sıfırlanmış din, dil, ırk gözetilmeden insanlar sevgi halesiyle
kuşatılmışlardır. Asırlar öncesinin bu sevgi, bu aşk, bu insanlık mihveri
kapitalizmin kanatları altında eriyip gitti ve menfaat mihveri dünyanın merkezi
oldu. Artık benlik duygularının ve egoların getirisine odaklanmış olanların
saltanatı var. İnsanlık ve sevgi dininin kurucusu olan mevlâna bu konuda ”Temiz
ve saf kişilerin meclisine rahmet yağar derler. Bizim anıldığımız meclise ALLAH
yağar” demiştir.
Dünlerin bu yüce sevgisinin
bugünlerin dünyasında kuru bir dere yatağına döndüğünü görmenin acısı düşünen
ve hissedenler de çok derindir. Ve ahlâk ta-rihinin çocukları diye tanımlanan
toplumumuzun ahlâk ve hukuk dışı bir ortamda yaşamayı adeta yeğlediğini
hissetmek ve görmek tam bir işkencedir. Dünü ve yarını her an bugün yapan,
bütün zamanlara, süresizliği tenden arılaştıran candan belirli kılan ve varlığı
yokluk potasında bir ilâhi zaman içre var eden nurların şairinin şiirlerinde
imbikten geçen sezişler, zerafetin ufkunda billûrlaşan deyişler ilâhi aşkın
bahçelerinde yıl on iki ay müjde çiçeklerinin açılışı gözlemlenir.
Şunu kesinlikle söyleyebiliriz ki
şiir Onda yaşama bakışın aracıdır. Arap, Fars edebiyatına en üst dereceden
vakıf olduğu ka-dar Yunancayı bilmesinin yanında islâm bilgi ve felsefesine
hakimdir. Bütün bu nitelikleri sebebiyle,
”Bizce gönül kırmalar yoktur”
”Yolumuz baştan başa var oluş yoludur”
”Yaşam yoludur, huzurdur, barıştır”
”Yolumuz baştan başa var oluş yoludur”
”Yaşam yoludur, huzurdur, barıştır”
sözlerini yaşam çerçevesi olarak
belirlemiştir. Mev-lânayı anlamaya çalışırken zamanı aşmanın ve za-manı aşarak
yaşamanın da bir olgunluk meselesi olduğunu görüyoruz. ”Şu bilinen zamanı, bir
an için aşabilirsen, senin için ”niçin ve nasıl” diye hiçbir soru kalmaz. Bunun
için gönül eri can dostu ol-mak. Bedenden, tenden el çekmek. Benlikten
uzalaşmak. Deryada bir katre olmaya rıza göstermek. Vuslattan öte bir hasreti
tefekkür dolu vakitlere aşina kılmak gerek” sözleri içimizi aydınlatıyor.
Mevlâna bir anlayışın adamıdır. bu
arayışının en güzelini bir ilâhi hasretin doruğunda bulmuş onu
şiirle söylemiş, şiirden taşan duyarlılığı da sema ile bezemiş ve yepyeni ilâhi bir musukiyi yaratmıştır.
Şiir, musuki ve sema diyor. Bıkmadan, usanmadan tekrarlayarak yaşamını sürdüren mizacıyla
İnsan devamlı hareket halindedir. Hareket insanı bir arayışa iter: Aramaksa insanın kurtuluşudur. Bu da gerçeği arayıştır. Gerçeği bulmak, gerçeği görmek ve gerçeği yaşamak, Mevlânanın bütün dünyasıdır.
şiirle söylemiş, şiirden taşan duyarlılığı da sema ile bezemiş ve yepyeni ilâhi bir musukiyi yaratmıştır.
Şiir, musuki ve sema diyor. Bıkmadan, usanmadan tekrarlayarak yaşamını sürdüren mizacıyla
İnsan devamlı hareket halindedir. Hareket insanı bir arayışa iter: Aramaksa insanın kurtuluşudur. Bu da gerçeği arayıştır. Gerçeği bulmak, gerçeği görmek ve gerçeği yaşamak, Mevlânanın bütün dünyasıdır.
”Bir can var, canında o canı ara”
”Beden dağındaki gizli mücevheri ara”
”Ey yürüyüp giden dost, bütün gücünle ara”
”Ama dışarda değil, aradığını kendinde ara.”
”Beden dağındaki gizli mücevheri ara”
”Ey yürüyüp giden dost, bütün gücünle ara”
”Ama dışarda değil, aradığını kendinde ara.”
Bu dörtlüğünde de görülmektedir ki
bedenle ilgisi yok. Mücevheri ara diyor. Bir başka deyişle Allahın evi diye tanımladığı gönülle ve gönlün içindeki hazi-neyle ilgilen diye
yakarıyor. Çünkü O, İslâmiyetin insaniyete eşit olduğunun bilincindedir. Yaşamanın esas anlamının da bu
olduğunu sazıyla, sözüyle, semasıyla anlatmanın tutkusuyla tüm insanları Hakkın birliğine ve İlâhi aşka
çağırır.
”Gel Ne olursan ol yine gel”
”Mecusi, putperest olsan da gel”
”Bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değil”
”Tövbeni yüz kere bozsan da gel.”
”Mecusi, putperest olsan da gel”
”Bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değil”
”Tövbeni yüz kere bozsan da gel.”
Bu bir aşk, bu bir sevda, bu bir
inanç, bu bir dostluk ve bu bir hoşgörü ve barış çağrısı nerede ne zaman unutuldu
ki uzunca bir zamandır toplumsal bir histeri geçiren toplumumuz, hemen hemen
her konuda kavga eden ve hiç kimsenin birbirini anlamaya niyetli olmadığı bir
ortama sürüklendi.
Oysa ”Gel” Mısralarında yaşandığı
gibi evreni ve hayatı devamlı bir sevgi ve hoşgörü halesi içinde yorumlayan
mevlâna yaşamı bir gelişim, değişim ve ye-nileşmenin içinde değerlendirmiş
duraganlıktan uzak sürekli hareket olarak belirtmiştir. ”Şu hayatta tek başına
inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, hakikatı keşfedemezsin.
Ken-dini ancak bir başkasının aynasında tam olarak görebilirsin. Başına ne
gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O
sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar
geçitlerin ardında nice cennet bahçeleri vardır. ŞÜKRET!.. İstediğini elde
edince şükretmek kolaydır. Aslolan dileğin gerçekleşmediğinde de
şükredebilmektir.Şükür ve sabır iki sonsuz hazinedir: Ve sabretmek öylece durup
beklemek değildir, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır dikene bakıp, gülü,
geceye bakıp, günü ta-hayyül etmektir.” Buyurmuştur.
”Şu hem var, hem de yok olan
dünyadan”
”Azar azar yoklar gittiler, varlar geliyorlar”
mısraları da ayni düşüncenin şiirleşmiş halidir. Keza:
”Azar azar yoklar gittiler, varlar geliyorlar”
mısraları da ayni düşüncenin şiirleşmiş halidir. Keza:
”Eski mallar satanların nöbeti
geçti”
”Yeni şeyler satıyoruz.”
”Bu pazar bizim pazarımız şimdi.”
”Yeni şeyler satıyoruz.”
”Bu pazar bizim pazarımız şimdi.”
Bunları okudukça aklınıza ister
itemez kuantumla ilgili görüşler geliyor ve bütün bunları Mevlâna 700 yıl önce
söylemişti diyorsunuz.
”Çok insan gördüm, üzerinde elbise
yok.”
”Çok elbise gördüm içinde insan yok.”
”Çok elbise gördüm içinde insan yok.”
Dünün bu muhteşem duyarlılığı
karşısında bugünün özle ilgilenmek varken öz olmayana itibar etmenin ve onu öne çıkararak özü unutturma yanlışlığının toplumumuzu nasıl bir kaosa
getirdiğini düşünmemek ve üzülmemek mümkün değildir. Sevgi dolu Allahtan korku
dolu yöneticilere sığınma yanlışlığının azabı rahmanilerin gününü karartmakla
kalmıyor, vicdanı pak olanları yarınların endişesi harap edi-yor. Bütün bir
dünya Mevlânaya koşarken bizim on-dan uzaklaşmamızın anlaşılır yönü yoktur.
Bütün bir ömrünü insanların iyiye,
güzele ve doğ-ruya ulaşmasına harcayan Mevlâna,
”Ben hacetler kıblesiyim, gönlün kıblesiyim”
”Cuma mescidi değilim, insanlık mescidiyim ben”
”Saf aynayım, sırrım dökülmemiş, paslanmamışım”
”Ben kin dolu bir gönül değilim”
”Tur-u Sinanın gönlüyüm.”
”Ben hacetler kıblesiyim, gönlün kıblesiyim”
”Cuma mescidi değilim, insanlık mescidiyim ben”
”Saf aynayım, sırrım dökülmemiş, paslanmamışım”
”Ben kin dolu bir gönül değilim”
”Tur-u Sinanın gönlüyüm.”
Mısraları ne olurdu tüm insanlar
tarafından benimsenir olsaydı da dünyamız kan revan içinde kal-masaydı. En
azından kendi toplumumuz tarafından anlaşılıp uygulansaydı da bazı gazetelerin
sayfaları analarını doğrayan, çocuklarını lime lime eden, eş-lerini bin
yerinden bıçaklayan dehşet sahneleriyle dolu olmasaydı. Hangi yönden bakılırsa
bakılsın O bir aşk piridir. Bu aşk bir kendinden geçme bir kendini aşmadır. Bu
aydınlık, iyimser ve sevinçle dona-tılmış olan aşma hali insanı nefsinden, bencilliğinden
kurtaran bir tapınmadır.
”Alemde maksat insandır” diyen
mevlâna yüce kitabımız Kuran-ı Kerimdeki ”İnsan ki o sorumlu” il-kesini savunmuştur. Ve
”gerçek bizim istediğimiz gibi değildir. Esas büyüklük insanları olduğu gibi
kabul etmektir. Unutmayalım ki dünyanın herhangi bir köşesinde bir çocuk
ölüyorsa, o çocuğun ölümünden hepimiz ayrı ayrı pay sahibi ve sorumluyuz. Bir
yerde ölen de, öldüren de, yok olanda, yok edilende hep biziz. Çünkü her
insanın varlığı, yaradılışının ve yaşantısının bir müşterek eseridir” der.
Mevlânada insan, varlık ağacının meyvesidir. Ve bu insan ölümlü ile ölümsüzü,
eğri ile doğruyu, iyi ile kötüyü insancıl yapısında toplayan bir
bütünleştiricidir.
”Suret, suretsizlikten meydana
geldi”
”Varlık peteğini ören arıdır”
”Arıyı vücuda getiren”
”Mum ve petek değildir”
”Arı biziz, şekil ve çokluk sadece”
”Bizim imal ettiğimiz mumdur.”
”Şekil ve cisim bizden vücuda geldi”
”Biz onlardan değil”
”Şarap bizden sarhoş oldu”
”Biz şaraptan değil”
”Varlık peteğini ören arıdır”
”Arıyı vücuda getiren”
”Mum ve petek değildir”
”Arı biziz, şekil ve çokluk sadece”
”Bizim imal ettiğimiz mumdur.”
”Şekil ve cisim bizden vücuda geldi”
”Biz onlardan değil”
”Şarap bizden sarhoş oldu”
”Biz şaraptan değil”
Bu mısralarda insanlık şuurunun ve
insan olmanın erdemliliğinin yüceliğini yaşıyoruz.Hazreti pir insanı Kuranın
Tin suresindeki ”Biz insanı en güzel biçim-de yarattık” ayetiyle benimsemiştir…
Yaratılışımızın özünde şer ve
ıstırap yoktur. İyilik, sev-gi ve hayr vardır. yaradan bu meziyetleri ile
insanı
uyur gezer, pısırık, sönük, teslimiyetçi bir toplum ol-sun diye değil aksine gelişmeci, araştırmacı bir top-lum olsun diye yaratmıştır. ve madem ki insan varlıkların en şereflisidir, her nefeste Allahın yeryüzündeki halifesi olduğunu hatılayarak buna yakışır şekil-de yaşamalıdır. Ve unutulmamalıdır ki Allah cezacı değil, rahman ve ödüllendiricidir.
uyur gezer, pısırık, sönük, teslimiyetçi bir toplum ol-sun diye değil aksine gelişmeci, araştırmacı bir top-lum olsun diye yaratmıştır. ve madem ki insan varlıkların en şereflisidir, her nefeste Allahın yeryüzündeki halifesi olduğunu hatılayarak buna yakışır şekil-de yaşamalıdır. Ve unutulmamalıdır ki Allah cezacı değil, rahman ve ödüllendiricidir.
Tasavvuf, Allah alemi bilinmesi
için yaratmış ve sa-dece insanı ona lâyık ve kâmil (olgun-aydın) bilgi ile
donatıp Allahı bilebilir olarak var etmiştir. Evrenin yaradılışını da:
”Kendi hüsnün hublar şeklinde
peyda eyledin”
”Çeşm-i aşktan dönüp sonra temaşa eyledin”
”Çeşm-i aşktan dönüp sonra temaşa eyledin”
mısraları iletamamlamıştır.
Mevlânanın deyişiyle ”Hak, halkı, gizli güzelliğini görecek göz, hayran olacak
gönül olsun diye halk etmiştir.” ”Her istediğini kendinde ara” ”Çünkü sen her
şeysin! diyen Mevlânanın mısraları asırlar sonra büyük şair Yahya Kema
l’in,”Bir sır gibiyiz az çok ilâh olduğumuzdan” mısraında yeniden ruhumuzu
aydınlatan bir nûr olmuştur.
İnsan aşığı olan mevlâna sevgi
okyanuslarının sonsuzluğunda insanın sevgisiyle yunup yıkanması tut-kusuyla
şiirde, sözde ve semada ömrünü ”Şeb-i Aruz” gecesine hazırlamıştır.”İnsanı
sevmek aslında Yaradanı sevmektir” diyen mevlâna balçıktan yara-tılan bedenle,
nûrdan yaratılmış ruh arasındaki işbirliği için;
”Hiç şüphe yok ki, aşağının
aşağısı bir bedenle, yü-cenin yücesi bir candan meydana gelişi, bu iki zıttı
Tanrı bir bedende toplamıştır.” demiştir.
Asırlar sonra Feyzi-i Hindi ;
”Gökten yücesin topraktan bayağı”
”Yokluk zulmetiyle bağlıysan toprak”
”İlâhi nûrun tecelligâhı isen. Arş.”
”Yokluk zulmetiyle bağlıysan toprak”
”İlâhi nûrun tecelligâhı isen. Arş.”
dizelerin de aynı duygu ve
düşünceyi şiirleştirmiştir.
”Hakiki Allah aşığı ezanı okurken
ayağının altındaki minare su olup akar” sözleri göstermelik, sahte ve yapmacık niyazların değil içten, gönülden ivazsız ve garazsız yakarışların
Allah nezdinde makbul oldu-ğunu anlatmaktadır.
”Ey oğul, bağlanma, hür olmaya
bak. Ne zamana kadar altın ve gümüşün eseri olacaksın. Afiyet istiyorsan cihana
meyletme. Ne kadar zengin olsan da ancak yiyebileceğin kadar yersin. Bak,
çıplak geldik; giyindik. soyunduk. gidiyoruz. Ve bil ki aşk ve gönül inceliği
helâl lokmadan meydana gelir. Bütün evreni araştırdım, iyi huydan başka liyakat
bulamadım. “Ben kuran’ın bendesiyim, seçilmiş Muhammed’in ayağının tozuyum”
diyen mevlâna da insan düşünceye sığmayacak kadar yücedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder