4 Aralık 2015 Cuma

MAYA: "Hazreti pir Mevlana okyanusundan bir damla, Ali Naili ERDEM"

Hazreti Pir Mevlana Okyanusundan Bir Damla
ALİ NAİLİ ERDEM
On birinci yüz yılın ortalarında yeni bir yurt bulmak için Orta Asya’dan Anadolu’ya akanlar Türkistan’dan geçerken Ahmet Yesevi adlı gönül erinin hikmet dolu sözlerini de beraberlerinde götürüyorlardı.
” Sünnet imiş, kâfir olsa, incitme sen”
”Hüda bizardır, katı yürekli, gönül incitenden”
”Allah şahit, öyle kula hazırdır, siccin,”
”Bilginlerden duyup bu sözü söyledim işte.”
dizeleri Alperenler, Horasan erleri, Abdallar ve ozanlarla Anadolunun ufkuna götü-rüldüler. Ve sonra ne olduy-sa oldu son yıllar içinde in-sanın ebedi ve ezeli olan bu ilâhi yönü, kendini dünyaya, insanlığa ait olan yöne teslim
etti. Ve yönetenlerin çokça önemli bir kısmı gönül kırmayı marifet sandılar. Şair Molla Caminin ”Pey-gamber değildi ama kitabı vardı.” diyerek yücelttiği Hazreti Pir Mevlâna Moğol istilasının taş taş üstüne bırakmadığı Konyaya göç ettiği zaman çaresizlik içinde kıvrananlar Tanrı-dan sadece huzur isti-yorlardı. Moğol istilası her güzel şeyi yakmış, gökler ağlıyor, toprak ölümlerle sarsılıyordu. Sevecenlik katledilmiş, Gönüller tarumar.
ESKİMEYEN KARİKATÜRLER
Murat Yılmaz
Her evde, her bedende işkencelerin ve ölümlerin acıları vardı. Umut-suzluk bir kara bulut gibi ahalinin üzerine çökmüş. Böylesine elim ve muzdarip ortamda Mevlâna, Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli birer Allah dostu olarak şifa kaynağı oldular. Bu gönül sultanlarından Mevlâna evrene sığma-yacak kadar yüce bir varlıktır. Müjdeler veren bir ilâhi ses bir yüce sevdadır. Mevlâna her şeyin insanda olduğunu ve evrenin insan için var edildiğini söyleyen dildir. İster akıl gözüyle, ister gönül gözüyle bakıldığında onun yolunun aşk ve ahlâk yolu olduğu anlaşılır. Bu aşk Tan-rısal bir buyruk olup, yaradanın vasıflarındandır. Bir konuşmasında ”Efendi, bilmiş ol ki edep insanın bedenindeki ruhtur. İnsan ile hayvan arasındaki fark edeptir.” diyen Mevlânayı bugün ziyarete gidenler, kabrinin girişinde ”EDEP YAHU” yu okumaktadır. İNSAN EDEPTİR. Ve ”unutmayalım ki Evrenden süzülüp gelen her insan ev-renin ruhuna sahiptir. Ve dünya mutlak varlığın yansıması olup onun bütün güzelliklerini taşımaktadır.” buyuruyor.
Hazreti Pir taassubun hiçbir şekline yakınlık duymamış olup yobazın karşısına di-kilmiş bir gönül eğitimcisidir. Bir Allah dostu, bir hak aşığı olan Mevlâna bedenin dar kalıplarından kurtulup ruhun sonsuzluğunda kanat çırpmayı yaşam kılmış bir hoş görü sultanı, bir insanlık hazinesi, bir iyimserlik güneşi ve bir aşk okyanusu olarak zaman ve mekân üstüdür. Sabrın tezgâhında şükür dokumuş bir alçak gönüllülük padişahı olarak sevgiyi kıble, gönül mabedinde de kitabı insan kılmıştır. O bir sınırsız aşkın, bir kutsal inancın semazeni olarak sazıyla, sözüyle musukisi ve şiiri ile mısra mısra, harf harf tüm insanlara ilâhi vuslatı sunmuştur. Esasında ölümde yaşamayı, üzüntlerde sevinci bulmayı öğütleyen bir sevda ateşi olarak bir sırrı ezel, bir sırrı ebedi, bir hudutsuz mavera, bir ilâhi nurla nurlanmış bedir olarak ilâhi aşkın denizinde şekerin suda eridiği gibi erimiş denizin kendisi olmuştur.
O aşka aşık olarak tekmil aşk, tekmil inanç ve tekmil heyecandır. Hemen her sözü ciltler do-lusu hikmetleri içeren Mevlâna ölmekle dirilmek, varlıkta yok olmak, yoklukta var olmak, hasret içinde daima vuslatı yaşamak, bedenden cana, zamandan zamansızlığa yol bulmak hep bu yücelten aşkla mümkündür. ”Aşksız olma ki ölü olmayasın… Aşkta öl ki diri kala-sın. Ve bil ki aşk olmasaydı dünya donar kalırdı” sözleri onun aşkla bütünleşmenin yaşamın şartı olduğunu anlatmaktadır. Ölümümden sonra me-zarımı yerlerde aramayın ariflerin gönülleri bizim türbemizdir diyor…
Sema bir gösteri değildir. Ve eğer siz bir semazense-niz ”hamdım, piştim, yandım Elhamdülilah” nidası yüreklerinizde raks eder. Ve senden kurtul, hakkı bul ritmi gönlünüzde tahtını kurar. Artık ruh kendini saran bedenden çıkmış sevda bahçelerinin ufkundadır… Ve varoluşun kapısından,
”Can güzel, cana biçilen paha güzel”
”Hasret hasret kavuşman allaha güzel”
”Gerçek yüce varlığınla yok olduğum”
”Ne yok ki bu varlıktan daha güzel”
seslenişiyle girersiniz.
Söz buraya gelmişken onun şiir dünyasında kısa bir gezintiyi birlikte yapalım.
”Fihi – mâ fih” adlı eserinde ”Horasanda yaşa-saydım orada şiir yazmak ve söylemek ayıp olduğu için sadece vaaz vere-rek fikirlerimi söyleyecektim. Ama Anadolu insanının ve mü-ritlerimin şiiri sevmesi sebebiyle şiir yazdım” demiştir.
Oğlu Sultan Veledin ”İbtidanâme” adlı eserinden Mevlâ-nanın, Şemsin ölümünden son-ra kendini tamamı ile şiire verdiğini öğreniyoruz. Şiirlerini her ortamda yıkanırken, gezerken, otururken ve sema ederken kısacası her fırsatta Hüsamettin Çelebiye yazdırmıştır. Doğrusu Mevlâna bir duygu, bir sevgi, bir sınırsız heyecan ve serapa aşk dolu bir gönül eridir.
Bir konuşmasında ”Harfi, sözü ve sesi birbirine vu-rup parçalayayım da bunlar olmaksızın seninle konuşayım” derken hiçbir aracın, harf dahi olsa Allaha kendi arasına girmemesinin ilâhi aşkıyla tutuşmuştur.
13’cü yüz yılda yazılmış olmalarına karşın şiirleri çağımızın şiiri denecek kadar taze,diri ve canlıdırlar. Evrensel nitelikleri ile dünyamızın çokça ülkesinde söylenmektedir.
Abartmadan söyleyebiliriz ki, Mevlâna uluslar arası bir gönül şairidir. Nitekim ”Bir ayağım islâm prensip-leri üzerinde, diğer ayağımla yetmiş iki milleti dolaşıyorum” demiştir. Aynı çağda yaşayan Yunus Emre de ; ”Yetmiş iki millete ayni gözle bakarım” sözlerinin sahibidir.
Bu her iki sözde TEVHİTTİR. Yaradılanın, yaradandan ötürü sevilişidir. Benlik duyguları yok olmuş, egoları sıfırlanmış din, dil, ırk gözetilmeden insanlar sevgi halesiyle kuşatılmışlardır. Asırlar öncesinin bu sevgi, bu aşk, bu insanlık mihveri kapitalizmin kanatları altında eriyip gitti ve menfaat mihveri dünyanın merkezi oldu. Artık benlik duygularının ve egoların getirisine odaklanmış olanların saltanatı var. İnsanlık ve sevgi dininin kurucusu olan mevlâna bu konuda ”Temiz ve saf kişilerin meclisine rahmet yağar derler. Bizim anıldığımız meclise ALLAH yağar” demiştir.
Dünlerin bu yüce sevgisinin bugünlerin dünyasında kuru bir dere yatağına döndüğünü görmenin acısı düşünen ve hissedenler de çok derindir. Ve ahlâk ta-rihinin çocukları diye tanımlanan toplumumuzun ahlâk ve hukuk dışı bir ortamda yaşamayı adeta yeğlediğini hissetmek ve görmek tam bir işkencedir. Dünü ve yarını her an bugün yapan, bütün zamanlara, süresizliği tenden arılaştıran candan belirli kılan ve varlığı yokluk potasında bir ilâhi zaman içre var eden nurların şairinin şiirlerinde imbikten geçen sezişler, zerafetin ufkunda billûrlaşan deyişler ilâhi aşkın bahçelerinde yıl on iki ay müjde çiçeklerinin açılışı gözlemlenir.
Şunu kesinlikle söyleyebiliriz ki şiir Onda yaşama bakışın aracıdır. Arap, Fars edebiyatına en üst dereceden vakıf olduğu ka-dar Yunancayı bilmesinin yanında islâm bilgi ve felsefesine hakimdir. Bütün bu nitelikleri sebebiyle,
”Bizce gönül kırmalar yoktur”
”Yolumuz baştan başa var oluş yoludur”
”Yaşam yoludur, huzurdur, barıştır”
sözlerini yaşam çerçevesi olarak belirlemiştir. Mev-lânayı anlamaya çalışırken zamanı aşmanın ve za-manı aşarak yaşamanın da bir olgunluk meselesi olduğunu görüyoruz. ”Şu bilinen zamanı, bir an için aşabilirsen, senin için ”niçin ve nasıl” diye hiçbir soru kalmaz. Bunun için gönül eri can dostu ol-mak. Bedenden, tenden el çekmek. Benlikten uzalaşmak. Deryada bir katre olmaya rıza göstermek. Vuslattan öte bir hasreti tefekkür dolu vakitlere aşina kılmak gerek” sözleri içimizi aydınlatıyor.
Mevlâna bir anlayışın adamıdır. bu arayışının en güzelini bir ilâhi hasretin doruğunda bulmuş onu
şiirle söylemiş, şiirden taşan duyarlılığı da sema ile bezemiş ve yepyeni ilâhi bir musukiyi yaratmıştır.
Şiir, musuki ve sema diyor. Bıkmadan, usanmadan tekrarlayarak yaşamını sürdüren mizacıyla
İnsan devamlı hareket halindedir. Hareket insanı bir arayışa iter: Aramaksa insanın kurtuluşudur. Bu da gerçeği arayıştır. Gerçeği bulmak, gerçeği görmek ve gerçeği yaşamak, Mevlânanın bütün dünyasıdır.
”Bir can var, canında o canı ara”
”Beden dağındaki gizli mücevheri ara”
”Ey yürüyüp giden dost, bütün gücünle ara”
”Ama dışarda değil, aradığını kendinde ara.”
Bu dörtlüğünde de görülmektedir ki bedenle ilgisi yok. Mücevheri ara diyor. Bir başka deyişle Allahın evi diye tanımladığı gönülle ve gönlün içindeki hazi-neyle ilgilen diye yakarıyor. Çünkü O, İslâmiyetin insaniyete eşit olduğunun bilincindedir. Yaşamanın esas anlamının da bu olduğunu sazıyla, sözüyle, semasıyla anlatmanın tutkusuyla tüm insanları Hakkın birliğine ve İlâhi aşka çağırır.
”Gel Ne olursan ol yine gel”
”Mecusi, putperest olsan da gel”
”Bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değil”
”Tövbeni yüz kere bozsan da gel.”
Bu bir aşk, bu bir sevda, bu bir inanç, bu bir dostluk ve bu bir hoşgörü ve barış çağrısı nerede ne zaman unutuldu ki uzunca bir zamandır toplumsal bir histeri geçiren toplumumuz, hemen hemen her konuda kavga eden ve hiç kimsenin birbirini anlamaya niyetli olmadığı bir ortama sürüklendi.
Oysa ”Gel” Mısralarında yaşandığı gibi evreni ve hayatı devamlı bir sevgi ve hoşgörü halesi içinde yorumlayan mevlâna yaşamı bir gelişim, değişim ve ye-nileşmenin içinde değerlendirmiş duraganlıktan uzak sürekli hareket olarak belirtmiştir. ”Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, hakikatı keşfedemezsin. Ken-dini ancak bir başkasının aynasında tam olarak görebilirsin. Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitlerin ardında nice cennet bahçeleri vardır. ŞÜKRET!.. İstediğini elde edince şükretmek kolaydır. Aslolan dileğin gerçekleşmediğinde de şükredebilmektir.Şükür ve sabır iki sonsuz hazinedir: Ve sabretmek öylece durup beklemek değildir, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır dikene bakıp, gülü, geceye bakıp, günü ta-hayyül etmektir.” Buyurmuştur.
”Şu hem var, hem de yok olan dünyadan”
”Azar azar yoklar gittiler, varlar geliyorlar”
mısraları da ayni düşüncenin şiirleşmiş halidir. Keza:
”Eski mallar satanların nöbeti geçti”
”Yeni şeyler satıyoruz.”
”Bu pazar bizim pazarımız şimdi.”
Bunları okudukça aklınıza ister itemez kuantumla ilgili görüşler geliyor ve bütün bunları Mevlâna 700 yıl önce söylemişti diyorsunuz.
”Çok insan gördüm, üzerinde elbise yok.”
”Çok elbise gördüm içinde insan yok.”
Dünün bu muhteşem duyarlılığı karşısında bugünün özle ilgilenmek varken öz olmayana itibar etmenin ve onu öne çıkararak özü unutturma yanlışlığının toplumumuzu nasıl bir kaosa getirdiğini düşünmemek ve üzülmemek mümkün değildir. Sevgi dolu Allahtan korku dolu yöneticilere sığınma yanlışlığının azabı rahmanilerin gününü karartmakla kalmıyor, vicdanı pak olanları yarınların endişesi harap edi-yor. Bütün bir dünya Mevlânaya koşarken bizim on-dan uzaklaşmamızın anlaşılır yönü yoktur.
Bütün bir ömrünü insanların iyiye, güzele ve doğ-ruya ulaşmasına harcayan Mevlâna,
”Ben hacetler kıblesiyim, gönlün kıblesiyim”
”Cuma mescidi değilim, insanlık mescidiyim ben”
”Saf aynayım, sırrım dökülmemiş, paslanmamışım”
”Ben kin dolu bir gönül değilim”
”Tur-u Sinanın gönlüyüm.”
Mısraları ne olurdu tüm insanlar tarafından benimsenir olsaydı da dünyamız kan revan içinde kal-masaydı. En azından kendi toplumumuz tarafından anlaşılıp uygulansaydı da bazı gazetelerin sayfaları analarını doğrayan, çocuklarını lime lime eden, eş-lerini bin yerinden bıçaklayan dehşet sahneleriyle dolu olmasaydı. Hangi yönden bakılırsa bakılsın O bir aşk piridir. Bu aşk bir kendinden geçme bir kendini aşmadır. Bu aydınlık, iyimser ve sevinçle dona-tılmış olan aşma hali insanı nefsinden, bencilliğinden kurtaran bir tapınmadır.
”Alemde maksat insandır” diyen mevlâna yüce kitabımız Kuran-ı Kerimdeki ”İnsan ki o sorumlu” il-kesini savunmuştur. Ve ”gerçek bizim istediğimiz gibi değildir. Esas büyüklük insanları olduğu gibi kabul etmektir. Unutmayalım ki dünyanın herhangi bir köşesinde bir çocuk ölüyorsa, o çocuğun ölümünden hepimiz ayrı ayrı pay sahibi ve sorumluyuz. Bir yerde ölen de, öldüren de, yok olanda, yok edilende hep biziz. Çünkü her insanın varlığı, yaradılışının ve yaşantısının bir müşterek eseridir” der. Mevlânada insan, varlık ağacının meyvesidir. Ve bu insan ölümlü ile ölümsüzü, eğri ile doğruyu, iyi ile kötüyü insancıl yapısında toplayan bir bütünleştiricidir.
”Suret, suretsizlikten meydana geldi”
”Varlık peteğini ören arıdır”
”Arıyı vücuda getiren”
”Mum ve petek değildir”
”Arı biziz, şekil ve çokluk sadece”
”Bizim imal ettiğimiz mumdur.”
”Şekil ve cisim bizden vücuda geldi”
”Biz onlardan değil”
”Şarap bizden sarhoş oldu”
”Biz şaraptan değil”
Bu mısralarda insanlık şuurunun ve insan olmanın erdemliliğinin yüceliğini yaşıyoruz.Hazreti pir insanı Kuranın Tin suresindeki ”Biz insanı en güzel biçim-de yarattık” ayetiyle benimsemiştir…
Yaratılışımızın özünde şer ve ıstırap yoktur. İyilik, sev-gi ve hayr vardır. yaradan bu meziyetleri ile insanı
uyur gezer, pısırık, sönük, teslimiyetçi bir toplum ol-sun diye değil aksine gelişmeci, araştırmacı bir top-lum olsun diye yaratmıştır. ve madem ki insan varlıkların en şereflisidir, her nefeste Allahın yeryüzündeki halifesi olduğunu hatılayarak buna yakışır şekil-de yaşamalıdır. Ve unutulmamalıdır ki Allah cezacı değil, rahman ve ödüllendiricidir.
Tasavvuf, Allah alemi bilinmesi için yaratmış ve sa-dece insanı ona lâyık ve kâmil (olgun-aydın) bilgi ile donatıp Allahı bilebilir olarak var etmiştir. Evrenin yaradılışını da:
”Kendi hüsnün hublar şeklinde peyda eyledin”
”Çeşm-i aşktan dönüp sonra temaşa eyledin”
mısraları iletamamlamıştır. Mevlânanın deyişiyle ”Hak, halkı, gizli güzelliğini görecek göz, hayran olacak gönül olsun diye halk etmiştir.” ”Her istediğini kendinde ara” ”Çünkü sen her şeysin! diyen Mevlânanın mısraları asırlar sonra büyük şair Yahya Kema l’in,”Bir sır gibiyiz az çok ilâh olduğumuzdan” mısraında yeniden ruhumuzu aydınlatan bir nûr olmuştur.
İnsan aşığı olan mevlâna sevgi okyanuslarının sonsuzluğunda insanın sevgisiyle yunup yıkanması tut-kusuyla şiirde, sözde ve semada ömrünü ”Şeb-i Aruz” gecesine hazırlamıştır.”İnsanı sevmek aslında Yaradanı sevmektir” diyen mevlâna balçıktan yara-tılan bedenle, nûrdan yaratılmış ruh arasındaki işbirliği için;
”Hiç şüphe yok ki, aşağının aşağısı bir bedenle, yü-cenin yücesi bir candan meydana gelişi, bu iki zıttı Tanrı bir bedende toplamıştır.” demiştir.
Asırlar sonra Feyzi-i Hindi ;
”Gökten yücesin topraktan bayağı”
”Yokluk zulmetiyle bağlıysan toprak”
”İlâhi nûrun tecelligâhı isen. Arş.”
dizelerin de aynı duygu ve düşünceyi şiirleştirmiştir.
”Hakiki Allah aşığı ezanı okurken ayağının altındaki minare su olup akar” sözleri göstermelik, sahte ve yapmacık niyazların değil içten, gönülden ivazsız ve garazsız yakarışların Allah nezdinde makbul oldu-ğunu anlatmaktadır.
”Ey oğul, bağlanma, hür olmaya bak. Ne zamana kadar altın ve gümüşün eseri olacaksın. Afiyet istiyorsan cihana meyletme. Ne kadar zengin olsan da ancak yiyebileceğin kadar yersin. Bak, çıplak geldik; giyindik. soyunduk. gidiyoruz. Ve bil ki aşk ve gönül inceliği helâl lokmadan meydana gelir. Bütün evreni araştırdım, iyi huydan başka liyakat bulamadım. “Ben kuran’ın bendesiyim, seçilmiş Muhammed’in ayağının tozuyum” diyen mevlâna da insan düşünceye sığmayacak kadar yücedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder